Hazret-i Ali’yi (
rA
) ümmet nazarında tathir ve tebrie et-
mek ve Hazret-i Hüseyin’i (
rA
) taziye ve teselli etmek ve
Hazret-i Hasan’ı (
rA
) tebrik etmek ve musalâha ile mü-
him bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm fay-
dasını ilân etmek ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin ta-
hir ve müşerref olacağını ve ehl-i Beyt ünvan-ı âlîsine lâ-
yık olacaklarını ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle be-
raber “Hamse-i Âl-i Aba” ünvanını bahşeden o abayı ört-
müştür.
evet, çendan Hazret-i Ali (
rA
) halife-i bilhak idi. Fakat
dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan, ümmet na-
zarında tebriesi ve beraati vazife-i risalet hasebiyle ehem-
miyetli olduğundan, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâm, o suretle onu tebrie ediyor. onu tenkit ve tahtie ve
tadlil eden Haricîleri ve emevîlerin mütecaviz taraftarla-
rını sükûta davet ediyor. evet, Haricîler ve emevîlerin
müfrit taraftarları Hazret-i Ali (
rA
) hakkındaki tefritleri ve
tadlilleri ve Hazret-i Hüseyin’in (
rA
) gayet feci, ciğersuz
hâdisesiyle Şiaların ifratları ve bid’aları ve Şeyheynden te-
berrileri, ehl-i İslâm’a çok zararlı düşmüştür.
İşte bu aba ve dua ile, resul-i ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm, Hazret-i Ali (
rA
) ve Hazret-i Hüseyin’i (
rA
)
mes’uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında
suizandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı (
rA
), yaptığı
musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet nokta-
sında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın (
rA
) zürriyeti-
nin nesl-i mübareği, âlem-i İslâm’da ehl-i Beyt ünvanını
aba:
yünden yapılmış kaba ku-
maştan üstlük, hırka.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Salât ve
selâm onun üzerine olsun,” anla-
mında Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in (asm)
azîm:
büyük, yüce.
bahş:
bağışlayan, veren.
beraat:
fazilet, erdem, olgunluk.
bid’a:
sonradan ortaya çıkan ve
dinin aslına uymayan âdet ve uy-
gulamalar.
ciğersuz:
ciğeri yakan, çok acı.
çendan:
gerçi.
davet:
çağırma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i Beyit:
Peygamberimizin
(asm) evine mensup ve onun nes-
linden olanlar.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu, Müs-
lümanlar.
emevîler:
Hulefa-yı Raşidînden
sonra 661. 750 yılları arasında hü-
küm süren ilk İslâm hanedanı.
faide:
fayda.
feci:
elem veren, dehşetli, kor-
kunç.
fitne:
karışıklık, fesat.
gayet:
son derece.
hâdise:
vakıa, olay.
halife-i bilhak:
asıl ve gerçek ha-
life.
Hamse-i Âl-i aba:
Hz. Peygambe-
rimizle birlikte kızı Fatıma, dama-
dı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin.
Haricî:
Sıffin Savaşında hakem ola-
yını kabul etmeyerek ‘Hüküm Al-
lah’ındır’ diyerek Hz. Ali’nin ordu-
sundan ayrılan asi topluluk.
hasebiyle:
cihetince, dolayısıyla.
ifrat:
aşırı gitme, haddi, sınırı aş-
ma.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mes’uliyet:
mes’ullük, sorumlu-
luk.
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
| 252 | Lem’aLar
musalâha:
barışma, uzlaşma.
müfrit:
ifrat eden, aşırıya ka-
çan.
mühim:
önemli.
müşerref:
şereflendirilmiş, yü-
celtilmiş.
mütecaviz:
saldırgan.
nazar:
itibar.
nesl-i mübarek:
mübarek ve
temiz nesil.
resul-i ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
su-i zan:
bir kimse hakkında
kötü düşünceye sahip olma.
suret:
biçim, tarz.
sükût:
suskunluk.
şeref:
onur, haysiyet.
Şeyheyn:
iki şeyh manasında
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer.
Şia:
Hz. Ali (ra) taraflısı olanlar,
Hz. Ali’nin taraftarlığını esas
alanlar topluluğu, Alevî, Şiî.
tadlil:
doğru yoldan çıkartma,
dalâlete düşürme.
tahir:
temiz, pak.
tahtie:
yanlışını göstermek.
tathir:
temizlenme, paklama.
taziye:
baş sağlığı, teselli.
teberri:
sevmeyip yüz çevir-
me, uzaklaşma.
tebrie:
bir kimseyi şüpheden
ve zan altından kurtarma, bi-
rini temize çıkarma.
tefrit:
tersine aşırılık, ifratın
zıddı.
tenkit:
eleştirme.
teselli:
avunma.
ümmet:
bütün Müslümanlar.
ünvan:
ad, lâkap.
ünvan-ı âlî:
yüce ünvan, yük-
sek, kudsî ünvan.
vazife-i risalet:
peygamberlik
vazifesi.
zürriyet:
soy, nesil.