mülâhaza etmek için, gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı
bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zatını unutturmamak
için, her bir parlak şeyde güneşin zatını, aksi vasıtasıyla
gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin
cilve-i zatîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hassalarını
gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfâtıyla,
kabiliyetine göre gösterdiği gibi; güneşin ziya ve hararet
ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi,
umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. öyle de,
(1)
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
temsilde hata olmasın, ehadiyet ve sa-
mediyet-i İlâhiye, her bir şeyde, hususan zîhayatta, husu-
san insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilve-
si olduğu gibi; vahdet ve vahidiyet cihetiyle dahi, mevcu-
datla alâkadar her bir ismi, bütün mevcudatı ihata ediyor.
İşte vahidiyet içinde ukulü boğmamak ve kalbler zat-ı
Akdes’i unutmamak için, daima vahidiyetteki sikke-i eha-
diyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini
irae eden
p
º« /
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º`````````° r
ùp
H
’dir.
üÇüNCü Sır:
Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmü-
şahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandı-
ran, bilbedahe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat için-
de yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedahe, yine
rahmettir. Ve bir ağacın bütün hey’etiyle meyvesine mü-
teveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih
eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koştu-
ran, bilbedahe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve
akis:
yansıma.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
bilbedahe:
apaçık, aşikâr olarak.
bilmüşahede:
görür şekilde, gör-
me derecesinde.
cihet:
yön.
cilve:
görüntü, tecelli.
cilve-i zatî:
zatın tecellisi, zatın gö-
rüntüsü.
daima:
sürekli, her zaman.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi, Allah’ın
birliği.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
esma:
isimler.
feza:
uzay.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hararet:
sıcaklık.
hassa:
özellik.
hey’et:
şekil, suret, görünüş, dal
ve budaklar.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihata:
kuşatma.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu olan
şeyler.
irae:
gösterme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
keyfiyat:
nitelikler.
lâzım:
gerekli.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, iç
yüzü.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
muavenet:
yardım.
mukabil:
karşılık.
mühim:
önemli.
mülâhaza:
dikkatle ve teferruatıy-
la, inceden inceye bakma, düşün-
me.
müteveccih:
yönelen.
nazar:
bakış, dikkat.
nazar:
dikkat.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi.
samediyet-i İlâhiye:
Allah’ın hiç-
bir şeye muhtaç olmayıp, her
şeyin Ona muhtaç olması sı-
fâtı.
sıfât:
nitelik, vasıf.
sikke:
Allah’ın, kendi müba-
rek isimlerine mazhar olmak-
la değerli kıldığı mahlûkları
üzerindeki, kendini tanıtan ve
gösteren, taklit edilmez alâ-
meti, işareti.
sikke-i ehadiyet:
Allah’ın
isimlerine mazhar olmakla de-
ğerli kıldığı her bir şeyde birli-
ğinin tecelli etmesi manasın-
daki sıfâtını gösteren hususî
işaret, alâmet.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, tasarlama.
temsil:
benzetme, misal.
terbiye:
besleme, yetiştirme,
büyütme.
ukde:
düğüm, bağ.
ukul:
akıllar, zihinler.
umum:
bütün, hepsi.
vahdet:
birlik, yalnızlık, bir ve
tek olma.
vahidiyet:
Cenab-ı Hakkın
isim ve sıfatlarının birliği ve
kâinatı kuşatması.
vasıta:
aracılık.
zat:
kendi.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur
ve noksandan uzak ve pak
olan Zat, Allah.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziya:
ışık.
1
. En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Suresi: 60.)
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
| 256 | Lem’aLar