Lem'alar - page 258

ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “lebbeyk!” dedir-
ten zat-ı zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?
Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen
de onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki,
senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fânî,
küçük bir mahlûka bu koca kâinatı musahhar etmek ve
onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inayet ve
ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.
elbette böyle bir rahmet, senden külli ve halis bir şü-
kür ve ciddî ve safî bir hürmet ister. İşte o halis şükrün ve
o safî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan
p
º« /
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º```````° r
ùp
H
’i de; o rahmetin vusulüne vesi-
le ve o rahman’ın dergâhında şefaatçi yap.
evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar za-
hirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen
atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hâsıl olu-
yor; öyle de, bu kâinatın daire-i kübrasında bin bir ism-i
İlâhînin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat simasın-
da öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hatem-i rahîmiyeti ve
bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hatem-i inayeti nesç
ediyor ki, güneşten daha parlak kendini akıllara gösteri-
yor.
evet, şems ve kameri, anasır ve maadini, nebatat ve
hayvanatı bir nakş-ı azamın atkı ipleri gibi, o bin bir isim-
lerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hadim eden ve
âciz-i mutlak:
her bakımdan güç-
süz, zayıf.
anasır:
unsurlar, kısımlar, parça-
lar.
ciddî:
gerçek.
cilve:
görüntü, tecelli.
daire-i kübra:
en büyük daire.
dergâh:
kapı, makam.
fakir-i mutlak:
sonsuz ihtiyaç için-
de olan.
fânî:
ölümlü, geçici.
hacet:
ihtiyaç.
hadim:
hizmet eden, hizmetçi.
hakikat-i rahmet:
rahmet ve şef-
kat içinde gizli olan gerçek.
halis:
saf, samimî.
hâsıl olma:
meydana gelme, or-
taya çıkma.
hatem-i inayet:
yardım mührü.
hatem-i rahîmiyet:
Allah’ın rah-
met ve merhametini gösteren
mühür.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
hürmet:
riayet, ihtiram.
ilim:
bilgi.
imdat:
yardım.
inayet:
yardım.
intizam:
düzgünlük, nizam.
ism-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın İlâh ol-
duğunu ifade eden Allah lâfzı.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kamer:
ay.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin ola-
rak.
kudret:
kuvvet, iktidar.
küllî:
umumî, genel.
Lebbeyk:
buyurun, emredin, efen-
dim!
maadin:
madenler.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
merkezî:
merkezde bulunan.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
nakış:
süs.
nakş-i azam:
işlenmiş, dokunmuş
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
a
| 258 | Lem’aLar
büyük nakış.
nakş-i şefkat:
şefkat nakışla-
rı, işlemeleri.
nebatat:
bitkiler.
nesc:
örme, dokuma.
nuranî:
nurlu, ışıklı.
rahman:
rahmeti bütün her-
kese yayılan ve bütün yaratıl-
mışların rızıklarını ve geçim şe-
killerini içine alan rahmetin
sahibi Allah.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, bağışlama, şefkat göster-
me.
safî:
saf olan, halis, samimî.
sikke-i rahmet:
Allah’ın rah-
met, acıma, esirgeme alâme-
ti.
sima:
yüz.
şefaat:
bir kimsenin af ve iyi-
liğe kavuşması için yapılan
aracılık.
şems:
güneş.
şua:
ışın.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme.
tanzim:
düzenleme.
tazammun:
ihtiva etme, içine.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
ünvan:
ad, lâkap.
vaziyet:
durum.
vesile:
aracı, vasıta.
vusul:
kavuşma, ulaşma.
zahir:
açık.
zaif-i mutlak:
sonsuz derece-
de zayıf.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi zat, Allah.
1...,248,249,250,251,252,253,254,255,256,257 259,260,261,262,263,264,265,266,267,268,...1406
Powered by FlippingBook