güneştir” denildiği gibi, “İnsanda suret-i rahman var” vu-
zuh-i delâletine ve kemal-i münasebetine işareten denil-
miş ve denilir. Ve ehl-i vahdetülvücudun mutedil kısmı,
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒo
Lr
ƒn
e n
’
, bu sırra binaen, bu delâletin vuzuhuna ve
bu münasebetin kemaline bir ünvan olarak demişler.
Én
ær
ªn
Mr
Qp
G p
º« /
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º``````° r
ùp
H u
?n
ëp
H o
º«/
Mn
Q Én
j o
ø'
ªr
Mn
Q Én
j s
ºo
¡
s
?dn
G
p
º« /
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º``````° r
ùp
H n
QGn
ôr
°Sn
G BÉ n
ær
ªu
¡n
an
h n
?p
às
«p
ª«/
Mn
ôp
H o
?«/
?n
j Én
ªn
c
(2)
n
Ú/
e'
G n
?p
às
«p
fÉn
ªr
Mn
ôp
H o
?«/
?n
j Én
ªn
c
aLtıNCı Sır:
ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde
yuvarlanan bîçare insan! rahmet ne kadar kıymettar bir
vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla
anla ki: o rahmet, öyle bir sultan-ı zülcelâl’e vesiledir ki,
yıldızlarla zerrat beraber olarak kemal-i intizam ve itaat-
le, beraber, ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o zat-ı zül-
celâl’in ve o sultan-ı ezel ve ebed’in istiğna-i zatîsi var;
ve istiğna-i mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve
mevcudata ihtiyacı olmayan bir ganî-i Alelıtlak’tır. Ve
bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve aza-
meti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.
İşte, rahmet seni, ey insan, o Müstağni-i Alelıtlak’ın ve
sultan-ı sermedî’nin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar
ve ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir.
Fakat, nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiç-
bir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası,
abd:
kul.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
bîçare:
çaresiz.
binaen:
-den dolayı.
celâl:
sonsuz büyüklük, ululuk,
haşmet, yücelik sahibi olan Allah.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ehl-i Vahdetü’l-Vücut:
“Allah’tan
başka mevcut yoktur” diyenler.
fakr:
fakirlik.
Gani-i alelıtlak:
her cihetle son-
suz zenginlik sahibi Allah.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
heybet:
korkuyla birlikte hürmet,
saygı ve hayranlık uyandıran ulu-
luk, yücelik, haşmet.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
istiğna-i mutlak:
mutlak istiğna,
Allah’ın sonsuz zenginliğe sahip ol-
ması, hiç bir şeye muhtaç olma-
ması.
istiğna-i zatî:
Allah’ın hiç bir şeye
muhtaç olmaması.
işareten:
işaret ederek.
itaat:
boyun eğme, uyma.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kemal:
olgunluk, yetkinlik, mü-
kemmellik.
kemal-i intizam:
tam ve eksiksiz
düzen.
kemal-i münasebet:
tam bir mü-
nasebet.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
makbul:
geçerli, muteber.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
muhatap:
hitap olunan, konuşu-
lan kimse.
mutedil:
itidalli, orta hâlde bulu-
nan.
münasebet:
münasiplik, uygun-
luk.
müstağni-i alelıtlak:
her cihetle
zengin olan ve hiçbir şeye muh-
taç olmayan Allah.
nihayet:
son derece.
nihayetsiz:
sonsuz.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
bağışlama, şefkat gösterme.
Sultan-i ezel ve ebed:
zaman ve
mekânla kayıtlı olmadığı hâlde
bütün zamanlar ve mekânlar ta-
sarrufu altında olan Cenab-ı Hak.
Sultan-i Sermedî:
saltanatı zaman
ve mekânla sınırlı olmayan ve da-
ima devam eden Cenab-ı Hak.
Sultan-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi sultan.
suret-i rahman:
her canlıya,
mü’min, kâfir ayırt etmeksizin
herkese merhamet eden Al-
lah’ın tarzı.
şefaat:
bir kimsenin af ve iyi-
liğe kavuşması için yapılan
aracılık.
taht-i emir:
Cenab-ı Hakkın
zatına özel emri altında olmak.
tezellül:
alçalma, küçülme.
ünvan:
isim, lâkap.
vaziyet:
durum.
vesile:
vasıta, aracılık.
vuzuh:
vazıh olma hâli, açık-
lık.
vuzuh-i delâlet:
delillerdeki
açıklık ve kesinlik.
Zat-i Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi olan Cenab-ı Hak.
zerrat:
zerreler.
ziya:
ışık, aydınlık.
1
. Ondan başka hiçbir şey mevcut değildir.
2.
Ey dünyada Rahman ve ahirette Rahîm olan Allah’ım! “Bismillâhirrahmanirrahîm” hürmetine
bize merhamet et! Rahman oluşuna yakışır şekilde, bize “Bismillâhirrahmanirrahîm”in sır-
larını anlamayı nasip eyle! Âmin.
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
| 264 | Lem’aLar