Lem'alar - page 262

Hem, sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri
celp etmek için, o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibe-
dar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir ha-
lâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir ha-
kikat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hatemini koy-
muştur. evet, o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarla-
rını celp eder, kendine çeker ve ehadiyet sikkesine îsâl
eder. Ve zat-ı ehadiye’yi mülâhaza ettirir ve ondan,
(1)
o
Ú/
©n
à° r
ùn
f n
?É s
jp
Gn
h o
ó o
Ñ r
©n
f n
?É s
jp
G
’deki hakikî hitaba mazhar eder.
İşte
p
º« /
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º`````° r
ùp
H
Fatiha’nın fihristesi ve
kur’ân’ın mücmel bir hulâsası olduğu cihetle, bu mezkûr
sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline
alan, rahmetin tabakatında gezebilir. Ve bu tercümanı ko-
nuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envar-ı rahîmiyeti ve
şefkati görür.
BeŞİNCİ Sır:
Bir hadis-i şerifte varit olmuş ki:
(2)
p
ø'
ªr
M s
ôdG p
In
Qƒ o
°U '
¤n
Y n
¿Én
°ùr
fp
’r
G n
?n
?n
N %G s
¿
p
G
(ev kemâ kàl).
Bu hadis-i şerifi, bir kısım ehl-i tarikat, akaid-i imani-
yeye münasip düşmeyen acip bir tarzda tefsir etmişler.
Hatta onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-i mane-
vîsine bir suret-i rahman nazarıyla bakmışlar. ehl-i tari-
katin ekserinde sekir ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve il-
tibas olduğundan, hakikate muhalif telâkkilerinde belki
mazurdurlar. Fakat, aklı başında olanlar, fikren, onların
esas-ı akaide münafi olan manalarını kabul edemez. et-
se, hata eder..
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran
şey, garip.
akaid-i imaniye:
imanî esaslar,
imanla ilgili hükümler.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
celp:
kendine çekmek.
cemal:
güzellik.
cihet:
yön.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi, Allah’ın
birliği.
ehl-i aşk:
Allah Teâlâya bütün var-
lıklarıyla bağlı olanlar, Allah âşık-
ları.
ehl-i tarikat:
kalbini dünyanın fâ-
nî işlerinden ayırıp, Allah sevgisi
ile bağlayan kimseler.
ekser:
pek çok.
envar-i rahîmiyet:
Allah’ın her bir
mahlûka merhamet ve şefkatinin
nurları, parlamaları.
esas-ı akait:
inanç esası.
esrar-ı rahmet:
rahmet sırları.
ev kemâ kàl:
söylenildiği gibi.
Fatiha:
Kur’ân-ı Kerîm’in birinci su-
resi.
fihriste:
özet.
gayet:
son derece.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hakikî:
gerçek.
halâvet:
tatlılık.
hatem:
mühür, damga.
hitap:
konuşma, nutuk.
hulâsa:
kısaca, özet.
iltibas:
birbirine benzeyen şeyleri
şaşırıp karıştırma.
îsâl:
ulaştırma, vardırma.
istiğrak:
kulun kalbini dünya alâ-
kalarından temizleyip Allah’a bağ-
lanması, kendinden geçip nihayet
derecede İlâhî aşk ve vecd dalgın-
lığı içinde bulunması hâli.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mazur:
özürlü olma, mazeretli
mezkûr:
zikredilen, adı geçen.
muhalif:
zıt.
mücmel:
kısa ve az sözle ifade
edilmiş, öz, özet.
mülâhaza:
dikkatle ve teferruatıy-
la, inceden inceye bakma, düşün-
me.
münafi:
zıt, aykırı.
münasip:
uygun.
nakış:
süs.
nazar:
bakış, düşünce.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
bağışlama, şefkat gösterme.
sekir:
sarhoşluk, kendinden geçiş.
sikke:
Allah’ın, kendi mübarek
isimlerine mazhar olmakla değerli
kıldığı mahlûkları üzerindeki, ken-
dini tanıtan ve gösteren, taklit
edilmez alâmeti, işareti.
sikke-i ehadiyet:
Allah’ın isimle-
rine mazhar olmakla değerli kıldı-
ğı her bir şeyde birliğinin tecelli
etmesi manasındaki sıfâtını gös-
teren hususî işaret, alâmet.
sima-i manevî:
manevî yüz,
manevî şekil.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
Suret-i rahman:
her canlıya,
mü’min, kâfir ayırt etmeksizin
herkese merhamet eden Al-
lah’ın tarzı.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etme.
tabakat:
tabakalar.
tarz:
biçim, suret.
tefsir:
açıklama.
telâkki:
anlayış.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
varit:
erişen, gelen, ulaşan.
Zat-ı ehadiye:
birlik sahibi
olan Zat, Allah.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
1
. Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fatiha Suresi: 5.)
2
. Allah, insanı Rahman ismini tamamıyla gösterir bir surette yaratmıştır. (Buharî, İsti’zan: 1;
Müslim, Birr: 115, Cennet: 28; Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519. Kaynaklarda
“Kendisini tamamıyla gösterir bir surette” şeklinde geçmektedir.)
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
a
| 262 | Lem’aLar
1...,252,253,254,255,256,257,258,259,260,261 263,264,265,266,267,268,269,270,271,272,...1406
Powered by FlippingBook