gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek
ve zat-ı ehad’i mülâhaza ettirmek için, hatem-i rahma-
niyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor. tâ, külfetsiz,
herkes her mertebede
(1)
o
Ú/
©n
à° r
ùn
f n
?É s
jp
Gn
h o
ó o
Ñ r
©n
f n
?É s
jp
G
deyip, doğ-
rudan doğruya zat-ı Akdes’e hitap ederek müteveccih ol-
sun.
İşte kur’ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâ-
inatın daire-i azamında, meselâ semavat ve arzın hilka-
tinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve
en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette ha-
tem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semavat ve arz-
dan bahsi içinde, hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve
simasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki
fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma’budunu doğru-
dan doğruya bulsun. Meselâ,
o
±n
Óp
àr
NGn
h ¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG o
?r
?n
N /
¬p
JÉ n
j'
G r
øp
en
h
(2)
r
ºo
µ
p
fGn
ƒr
dn
Gn
h r
ºo
µp
àn
æp
°ùr
dn
G
ayeti mezkûr hakikati mu’cizâne bir surette gösteriyor.
evet, hadsiz mahlûkatta ve nihayetsiz bir kesrette vah-
det sikkeleri, mütedahil daireler gibi, en büyüğünden en
küçük sikkeye kadar envaı ve mertebeleri vardır. Fakat,
o vahdet, ne kadar olsa, yine kesret içinde bir vahdettir;
hakikî hitabı tam temin edemiyor. onun için, vahdet ar-
kasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır; tâ ki, kesre-
ti hatıra getirmesin, doğrudan doğruya zat-ı Akdes’e kar-
şı kalbe yol açsın.
Lem’aLar | 261 |
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
hilkat-i semavat:
göklerin yara-
tılması.
hitap:
konuşma, nutuk.
ifade:
anlatma.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kesret:
çokluk.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
ma’bud:
kendisine ibadet olunan,
kulluk edilen.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen.
mu’cizâne:
mu’cize gibi.
mülâhaza:
dikkatle ve teferruatıy-
la, inceden inceye bakma, düşün-
me.
mütedahil:
birbiri içine geçen.
müteveccih:
yönelen.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz.
semavat:
semalar, gökler.
sikke:
Allah’ın, kendi mübarek
isimlerine mazhar olmakla değerli
kıldığı mahlûkları üzerindeki, ken-
dini tanıtan ve gösteren, taklit
edilmez alâmeti, işareti.
sikke-i ehadiyet:
Allah’ın isimle-
rine mazhar olmakla değerli kıldı-
ğı her bir şeyde birliğinin tecelli
etmesi manasındaki sıfâtını gös-
teren hususî işaret, alâmet, dam-
ga.
sikke-i ehadiyet:
Allah’ın isimle-
rine mazhar olmakla değerli kıldı-
ğı her bir şeyde birliğinin tecelli
etmesi manasındaki sıfâtını gös-
teren hususî işaret, alâmet, dam-
ga.
sima:
yüz.
sırr-i azîm:
büyük sır.
suret:
biçim, tarz.
temin:
sağlama, karşılama.
vahdet:
birlik.
zahir:
açık.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur ve
noksandan uzak ve pak olan zat;
Allah.
Zat-i ehad:
ortağı olmayan, tek ve
yalnız olan Zat. Allah.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
cüz’î:
küçük, az.
daire-i azam:
en büyük dere-
ce ve daire.
dakik:
ince ve derin.
dekaik-i nimet:
nimetin ince-
likleri.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şey-
de birliğinin tecelli etmesi, Al-
lah’ın birliği.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hatem-i ehadiyet:
ehadiyet
mührü, Allah’ın birliğini göste-
ren mühür.
hatem-i rahmaniyet:
Rah-
man olan Allah’ın mührü.
hatır:
zihin.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
hilkat:
yaratılış.
hilkat-i insan:
insanın yaratı-
lışı.
1
. Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fatiha Suresi: 5.)
2.
Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, sesleriniz ve simalarınızın farklılığı
da yine Onun varlık ve birliğinin delillerindendir. (Rum Suresi: 22.)