desiselerinde istimal ettikleri bir kısım silâhlarına işaret
edeceğiz. Şöyle ki:
Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki, yüzde
on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlûp ediyor-
du. Hayretle merak ettim. tetkik ederek kat’iyen anla-
dım ki, o galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fe-
sattan ve alçaklıktan ve tahripten ve ehl-i hakkın ihtilâfın-
dan istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve za-
yıf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nef-
saniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın
mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena
istidatları işlettirmekten ve şan ve şeref namıyla, riyakâ-
râne nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tah-
ribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü
şeytanî desiseler vasıtasıyla, muvakkaten ehl-i hakka ga-
lebe ederler. Fakat
(1)
n
Ú/
?s
ào
ªr
?p
d o
án
Ñp
bÉn
©r
dGn
h
sırrıyla,
(2)
p
¬r
«n
?n
Y '
¤r
©o
j n
’n
h ƒo
?r
©n
j t
?n
ër
dn
G
düsturuyla, onların o muvakkat
galebeleri, menfaat cihetinde onlar için ehemmiyetsiz ol-
makla beraber, cehennemi kendilerine ve cenneti ehl-i
hakka kazandırmalarına sebeptir.
İşte, dalâlette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve
ehemmiyetsizler şöhret kazanmaları içindir ki, hodfüruş,
şöhretperest, riyakâr insanlar ve az bir şeyle iktidarlarını
göstermek ve ihafe ve ızrar cihetinden bir mevki kazan-
mak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler. tâ gö-
rünsün ve nazar-ı dikkat ona celp olunsun. Ve iktidar ve
kudretle değil, belki terk ve ataletle sebebiyet verdiği
ağraz-ı şahsiye:
şahsî kinler, ga-
razlar.
atalet:
tembellik.
celp olunmak:
çekilmek.
cihet:
yön.
dalâlet:
doğru yoldan, iman ve İs-
lâmiyetten ayrılmak, sapkınlık, az-
gınlık.
desise:
hile, aldatmaca.
düstur:
kanun, prensip.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i fesat:
bozguncular, bozan-
lar.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve hak
yolunda olan.
ehl-i salâh:
salih, doğru, adaletli
olan kimseler.
fenâ:
kötü.
fesat:
bozgunculuk.
firavuniyet:
nefsini, benliğini ve
enaniyetini Firavun gibi İlâh sevi-
yesine çıkartacak derecede büyük
görme.
galebe etmek:
galip gelmek, üs-
tün gelmek.
galebe:
galip gelme, üstün gelme,
yenme.
hayret:
şaşkınlık, şaşırmak.
hissiyat-ı nefsaniye:
nefse ait
duygular.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihafe:
korkutma.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
ayrılık.
iktidar:
güç, kuvvet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifade etmek:
faydalanmak, ya-
rarlanmak.
istimal etmek:
kullanmak.
ızrar:
zarara sokma.
kat’iyen:
kesinlikle, kesin olarak.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
maden:
kaynak.
mağlûp etmek:
yenmek, yenik
duruma düşürmek.
mahiyet:
nitelik, özellik.
menfaat:
fayda.
mevki:
yer, makam.
misillü:
gibi, benzeri.
muhalefet:
zıt düşüncede bulun-
ma, aykırı davranma; düşmanlık.
muktedir:
iktidar sahibi, gücü ye-
ten.
muvakkat:
geçici.
muvakkaten:
geçici olarak.
muzır:
zararlı.
mükerreren:
tekrarla, defalarca.
müşahede etmek:
görmek, şahit
olmak.
namıyla:
adıyla.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nefis:
insanda bulunan kötü
vasıfları, nitelikleri kendisinde
toplayan, kötülüğe sevk eden,
hayırlı işlerden alıkoyan güç.
riyakâr:
iki yüzlü, sahtekâr.
riyakârâne:
riyakârca, ikiyüz-
lülükle.
sebebiyet vermek:
sebep ol-
mak.
sır:
gizli hakikat.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
övünülecek şey; üstün-
lük, seçkinlik.
şeytanî:
şeytanca, şeytana ait.
şöhret:
herkesçe bilinme, ta-
nınma durumu, ün.
şöhretperest:
şöhret düşkü-
nü, şöhreti her şeyin üstünde
tutan.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tahrik etmek:
harekete geçir-
mek.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
terk:
bırakma, yapmama.
tetkik etmek:
incelemek.
vasıta:
aracılık.
vaziyet:
durum.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
1.
Akıbet takva sahiplerinindir. (A’raf Suresi: 128.)
2.
Hak daima üstün gelir; ona karşı galebe edilmez. (Keşfü’l-Hafa, 1:127, hadis no: 362.)
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 236 | Lem’aLar