Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmü-
şahede görünüyor. Bunda iki yol var:
Birinciyol:
Mümkündür. Fakat gayet azîmdir ve ha-
rikadır. zaten böyle harika bir eser, bir harika sanat ile,
çok acip bir yol ile olur. o yol ise, mevcudat, belki zerrat
adedince vücudunun şahitleri bulunan bir zat-ı ehad ve
samed’in rububiyetiyle ve irade ve kudretiyle olmasıdır.
İkinciyol:
Hiçbir cihet-i imkânı olmayan ve imtina
derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir cihette makul olmayan
şirk ve küfür yoludur. Çünkü, Yirminci Mektup ve Yirmi
İkinci söz gibi çok risalelerde gayet kat’î ispat edildiği üze-
re, o vakit kâinatın her bir mevcudunda ve hatta her bir
zerresinde bir ulûhiyet-i mutlaka ve bir ilm-i muhit ve had-
siz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. tâ ki, mevcudatta
bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam
ve gayet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve mü-
zeyyen olan nukuş-i sanat vücut bulabilsin.
Elhâsıl
: eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli
ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-i
makul ve mümteni bir yol takip etmek lâzım gelecek. lâ-
yık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa
girmeyi şeytan dahi teklif edemez.
İkinci Nokta:
Şeytanın mühim bir desisesi, insana ku-
surunu itiraf ettirmemektir, tâ ki istiğfar ve istiaze yolunu
kapasın. Hem, nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip,
Lem’aLar | 239 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, imansızlık, dinsizlik.
lâyık:
uygun, yakışır.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
makul:
akla uygun.
mevcudat:
var olan her şey, var-
lıklar.
mevcut:
varlık, var olan.
mizan:
denge, ölçü.
muhal:
imkânsız.
muntazam:
düzgün, düzenli.
mühim:
önemli.
mükemmel:
kusursuz, tam ve ek-
siksiz olan.
mümkün:
olabilir.
mümteni:
mümkün olmayan, im-
kânsız.
müşkülât:
zorluklar.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş, süs-
lenmiş.
nefs-i insaniye:
insanda bulunan
ve onu kötülüğe sevk eden duy-
gu.
nihayet:
son.
nizam:
düzen.
nukuş-i sanat:
sanat nakışları, iş-
lemeleri.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın bütün
varlıkları, yaratması, beslemesi,
yetiştirmesi uyum içinde sevk ve
idare etmesi.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tahrik etmek:
harekete geçirmek,
kışkırtmak.
tedbir:
bir işi belirli gayeleri göze-
terek ve neticelerini düşünerek
idare etme.
tedvir:
çekip çevirme, idare etme.
ulûhiyet-i mutlaka:
hiçbir kayda
ve şarta bağlı olmaksızın ilâh ol-
ma.
vakit:
zaman.
vesvese:
şüphe, tereddüt.
vücut bulmak:
var olmak, mey-
dana gelmek.
vücut:
varlık.
Zat-ı ehad ve Samed:
tek olan ve
hiçbir şeye muhtaç olmayıp her
şey kendisine muhtaç olan Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar
zerre:
en küçük parça, atom.
acip:
hayrette bırakan.
adedince:
sayısınca.
azamet:
büyüklük, yücelik.
azîm:
büyük.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
cihet:
yön.
cihet-i imkân:
bir şeyin ola-
bilirlik yönü.
desise:
hile, aldatmaca.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
enaniyet:
benlik, gurur.
gayet:
son derece, çok.
gayr-i makul:
akıl dışı, akla
uygun olmayan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
harika:
olağanüstü.
hassas:
incelikli.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata
eden, kuşatan ilim.
imtina:
imkânsız olma, imkân-
sızlık.
imtiyaz:
farklılık, başkaların-
dan ayrılma.
intizam:
düzgünlük, düzenli-
lik.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme ve bu
kararı yerine getirme gücü.
ispat etmek:
doğruyu delil
göstererek ortaya koymak.
istiaze:
Allah’a sığınma.
istiğfar:
af dileme, tevbe et-
me, Allah’tan günahlarının ba-
ğışlanmasını isteme.
itiraf etmek:
kabahatini giz-
lemeyip söylemek.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kat’î:
kesin.
kibriya:
azamet, büyüklük,
yücelik.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.