tahribat ona isnat edilip, ondan bahsedilsin. nasıl ki böy-
le şöhret divanelerinden birisi namazgâhı telvis etmiş, tâ
herkes ondan bahsetsin... Hatta ondan lânetle de bahse-
dilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lânetli şöh-
reti hoş göstermiş diye darbımesel olmuş.
ey âlem-i beka için yaratılan ve fânî âleme müptelâ
olan bîçare insan!
(1)
¢o
Vr
Qn
’r
Gn
h o
ABÉ n
ª°s
ùdG o
ºp
¡r
«n
?n
Y r
ân
µ n
H Én
ªn
a
ayeti-
nin sırrına dikkat et, kulak ver! Bak, ne diyor:
Mefhum-i sarihiyle ferman ediyor ki, ehl-i dalâletin öl-
mesiyle, insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onların
cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani, onların ölmesiyle
memnun oluyorlar.
Ve mefhum-i işarîsiyle ifade ediyor ki, ehl-i hidayetin
ölmesiyle semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağ-
lıyorlar, firaklarını istemiyorlar. Çünkü ehl-i iman ile bü-
tün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. zira iman ile
Hâlık-ı kâinat’ı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir
edip hürmet ve muhabbet ederler. ehl-i dalâlet gibi tah-
kir ve zımnî adavet etmezler.
ey insan, düşün! sen alâküllihâl öleceksin. eğer nefis
ve şeytana tâbi isen, senin komşuların, belki akrabaların
senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar.
eğer,
(2)
p
º«/
Ls
ôdG p
¿Én
£r
«s
°ûdG n
øp
e $Ép
H o
Pƒo
Yn
G
deyip, kur’ân’a ve
Habib-i rahman’a tâbi isen, o vakit semavat ve arz ve
mevcudat, herkesin derecesine nispeten, senin derecene
Lem’aLar | 237 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
sevgili peygamberi; Hz. Muham-
med (asm).
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın yaratıcısı;
bütün âlemlerin ve bütün varlık-
ların yaratıcısı olan Allah.
hürmet etmek:
saygı göstermek.
ifade etmek:
anlatmak.
iman:
inanma, inanç, itikat.
isnat edilmek:
dayandırılmak.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kıymet:
değer.
lânet:
beddua; kötülük, fenalık.
mefhum-i işarî:
işaret edilen ma-
na.
mefhum-i sarih:
açık anlam, açık
ifade.
mesrur:
sevinçli, memnun.
mevcudat:
var olan her şey, var-
lıklar.
muhabbet etmek:
sevgi göster-
mek.
müptelâ:
tutkun, düşkün.
namazgâh:
namaz kılınan yer.
nefis:
insanda bulunan kötü va-
sıfları, nitelikleri kendisinde topla-
yan, kötülüğe sevk eden, hayırlı
işlerden alıkoyan güç.
nispeten:
kıyasla; göre.
semavat:
semalar, gökler.
sır:
gizli hakikat.
şer:
kötülük.
şöhret:
herkes tarafından bilinme,
tanınma, ün.
şöhretperestlik:
şöhret düşkün-
lüğü, şöhreti her şeyin üstünde
tutma.
tâbi:
boyun eğen, uyan.
tahkir:
hakaret etme, hor ve aşa-
ğı görme.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
takdir etmek:
değer vermek.
telvis etmek:
kirletmek, pislet-
mek.
vakit:
zaman.
zımnî:
gizli, üstü kapalı, örtülü.
adavet:
düşmanlık.
alâkadar:
alâkalı, ilgili.
alâküllihâl:
ister istemez, her
durumda.
âlem:
dünya.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
arz:
yer, yeryüzü.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bahsedilmek:
söz edilmek,
anlatılmak.
bahsetmek:
söz etmek, anlat-
mak.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cenaze:
ölü.
darbımesel:
atasözü.
divane:
deli.
ehl-i dalâlet:
doğru yoldan çı-
kanlar, azgın ve sapkın kim-
seler.
ehl-i hidayet:
hidayette, doğ-
ru ve hak yolda olanlar.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
fânî:
ölümlü, geçici.
ferman:
emir, buyruk.
firak:
ayrılık.
Habib-i rahman:
rahmet ve
merhamet sahibi olan Allah’ın
1.
Gök ve yer onlara ağlamadı. (Duhan Suresi: 29.)
2.
Allah’ın rahmetinden kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığınırım.