Lem'alar - page 228

Eğer denilirse
: resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
madem Habib-i rabbülâlemîn’dir. Hem elindeki hak ve
lisanındaki hakikattir. Ve ordusundaki askerlerin bir kıs-
mı melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört
avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir
ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç top-
rak atmakla, o bir avuç topraktan her küffarın gözüne bir
avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gi-
bi bin mu’cizat sahibi olan bir kumandan-ı rabbanî, nasıl
oluyor Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidayetinde
mağlûp oluyor?
Elcevap
: resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i
beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiş-
tir. tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki
düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i zülkemal’in kava-
nin-i meşietine itaate alışsınlar ve desatir-i hikmetine tev-
fik-i hareket etsinler. eğer resul-i ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hariku-
lâdelere ve mu’cizelere istinat etseydi, o vakit imam-ı mut-
lak ve rehber-i ekber olamazdı.
İşte bu sır içindir ki, yalnız davasını tasdik ettirmek için,
ara sıra, indelhace, münkirlerin inkârını kırmak için mu’ci-
zeler gösterirdi. sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade
evamir-i İlâhiyeye itaat etmiştir; öyle de, hikmet-i
rabbaniye ile ve meşiet-i sübhaniye ile tesis edilen âde-
tullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi.
düşmana karşı zırh giyerdi,
(1)
“sipere giriniz” emreder-
di,
(2)
yara alırdı, zahmet çekerdi;
(3)
tâ, tamamıyla
âdetullah:
Allah’ın varlık âlemin-
de koyduğu yaratılışa kanunları.
aleyhissalâtü Vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bidayet:
başlangıç.
daima:
sürekli, her zaman.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
desatir-i hikmet:
hikmet düstur-
ları, prensipleri.
düstur:
kural, prensip.
evamir-i İlâhiye:
Allah’ın emirle-
ri.
Habib-i rabbü’l-Âlemîn:
âlemle-
rin Rabbi olan Allah’ın habibi, sev-
gili kulu olan Peygamberimiz.
Hakîm-i Zülkemal:
sonsuz mü-
kemmellikler sahibi, her şeyi be-
lirli gayelere yönelik faydalı, an-
lamlı, yerli yerinde yaratan Allah.
harikulâdeler:
fevkalâde, olağa-
nüstü olaylar.
hayat-ı içtimaiye ve şahsiye:
sos-
yal ve şahsî hayat.
hikmet-i rabbaniye:
her şeyi
uyum içinde sevk ve idare eden
Allah’ın belirli gayelere yönelik,
faydalı, yerli yerinde iş gören hik-
meti.
Huneyn:
Hicretin sekizinci sene-
sinde meydana gelen ve Müslü-
manların zaferiyle sonuçlanan sa-
vaş.
imam:
önder, rehber, kendisine
uyulan kimse.
imam-ı mutlak:
her yönüyle ken-
disine uyulan, rehber, önder.
indelhace:
ihtiyaca göre, ihtiyaç
duyulduğunda.
inkâr:
kabul ve tasdik etmeme,
inanmama.
istinat etmek:
dayanmak.
itaat etme:
uyma, boyun eğme.
kavanin:
kanunlar.
kavanin-i meşiet:
Cenab-ı Hakkın
irade ve hikmetinden çıkan ka-
nunlar.
kumandan-ı rabbanî:
bütün var-
lıkları yaratan, besleyen, büyüten
uyum içinde sevk ve idare eden
Allah’ın seçtiği kumandan, Pey-
gamberimiz, Hz. Muhammed
(asm).
küffar:
kâfirler, Müslüman olma-
yanlar.
lisan:
dil.
mağlûp olmak:
yenilmek.
melâike:
melekler.
meşiet-i Sübhaniye:
her türlü ku-
sur ve noksandan uzak olan Ce-
nab-ı Hakkın dilek, arzu ve istek-
leri.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri harika iş-
ler.
mu’cize:
Allah tarafından yalnız
peygamberlere verilen, insanların
benzerini yapmaktan âciz kaldığı
şey.
mukteda:
örnek alınan, kendisi-
ne uyulan.
münkir:
inkâr eden, İslâmiyeti
kabul etmeyenler.
müraat etmek:
uymak.
nev-i beşer:
insan türü, insan-
lar.
nev-i insanî:
insan türü.
nihayet:
son.
rehber-i ekber:
en büyük kı-
lavuz, yol gösterici, rehber.
resul-i ekrem:
çok cömert ve
çok kerîm olan peygamber,
Hz. Muhammed (asm)
sair:
diğer, başka.
siper:
savaşta düşmana hedef
olmamak ve vurulmamak için
sığınılan yer.
sır:
gizli hakikat.
tasdik ettirme:
doğrulatma,
gerçekliğini kabul ettirme.
tesis edilme:
kurulma, mey-
dana getirilme.
tevfik-i hareket:
uygun hare-
ket.
Uhud:
Medineli Müslümanlar-
la Mekkeli müşrikler arasında,
hicretin üçüncü yılında mey-
dana gelen savaşın adı.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
zırh:
savaşta korunmak için
giyilen, demir ve tel levhalar-
dan yapılmış giysi.
ziyade:
fazla, çok.
1.
EbuDavud, Cihad: 75; İbniMâce, Cihad: 18; Müsned, 3:449.
2.
Buharî, Megazi: 29, Cihad: 34, 161; Müslim, Cihad: 125.
3.
Buharî, Cihad: 80, 85, 163, Megazi: 24; Müslim, Cihad: 101; Tirmizî, Tıb: 34; İbniMâce, Tıb: 15.
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
a
| 228 | Lem’aLar
1...,218,219,220,221,222,223,224,225,226,227 229,230,231,232,233,234,235,236,237,238,...1406
Powered by FlippingBook