ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşet-
li elemi üzerine almaz. o vakit ona denilse, “Madem bâ-
kî bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için te-
kâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.” o adam
şekk-i küfrî cihetiyle der: “Belki yoktur. Yok için neden
çalışayım?” Yani, vakta ki o hükm-i kur’ân’ın verdiği ih-
timal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve
meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i
diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür
ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. demek, bu
nokta-i nazarda, mü’minden ziyade bu hayatta lezzet alır
zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihti-
mal-i küfrî ile kurtuluyor. Ve âlâm-ı ebediyeden ise ihti-
mal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Hâlbuki bu
mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve
muvakkattır.
İşte, kur’ân-ı Hakîm’in küffarlar hakkında da bir nevi
cihet-i rahmeti vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara ce-
hennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vere-
rek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa, ahiret cehennemini andı-
racak, bu dünyada dahi manevî bir cehennem azabı çe-
keceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.
İşte, ey ehl-i iman! sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve
uhrevî cehennemlerden kurtaran kur’ân’ın himayeti altı-
na mü’minâne ve mutemidâne giriniz ve sünnet-i seniye-
sinin dairesine teslimkârâne ve müstahsinâne dahil olu-
nuz, dünya şekavetinden ve ahirette azaptan kurtulunuz.
Lem’aLar | 225 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
küffar::
kâfirler, inkârcılar, dinsiz-
ler.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, imansızlık, dinsizlik.
küfür:
inançsızlık, imansızlık, din-
sizlik.
mağlata-i şeytaniye:
şeytanın in-
sanları aldatmak ve şaşırtmak için
telkin ettiği, söylediği sözler.
manevî:
kalbî, ruhî, aklî, hissî;
maddî olmayan.
mecbur olmak:
zorunda kalmak.
meşakkat:
sıkıntı, zahmet.
meşkûk:
şüpheli, şüphe edilen.
mutemidâne:
güvenerek, itimat
ederek.
muvakkat:
geçici.
mü’minâne:
mü’min olan kişiye
yakışır şekilde.
mü’min:
iman eden, inanan.
müstahsinâne:
beğenerek, güzel-
liğini kabul ederek; severek.
müteveccih:
yönelmiş.
nevi:
çeşit, tür.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
sathî:
derine inmeyen, yüzeysel.
Sünnet-i Seniyye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti; yük-
sek hâl, söz, tavır ve davranışları.
şek:
şüphe, tereddüt.
şekavet:
mutsuzluk, sıkıntı.
şekk-i küfrî:
inkârdan kaynakla-
nan şüphe.
tekâlif-i diniye:
dinin emrettiği
görevler, sorumluluklar.
teslimkârâne:
teslim olarak.
uhrevî:
ahirete ait.
vakit:
zaman.
vakta ki:
ne zaman ki, ne vakit
ki.
zahmet:
sıkıntı, meşakkat.
zan:
sanmak.
ziyade:
fazlasıyla.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
âlâm:
elemler, acılar, kederler.
âlâm-ı ebediye:
ebedî elem-
ler, sürekli acılar.
âlem:
dünya.
azap:
ceza, acı, sıkıntı.
bâkî:
devamlı olan, sonsuz.
cihet-i rahmet:
rahmet yönü.
cihetiyle:
yönüyle, açısından.
dahil olmak:
girmek.
dehşetli:
korkutucu, ürkütü-
cü.
derece:
ölçü.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
elem:
acı, ıztırap, kaygı.
gayet:
son derece, çok.
hayat-ı dünyeviye:
dünya ha-
yatı.
himayet:
koruma.
hükm-i Kur’ân:
Kur’ân’ın hük-
mü, emri.
hüküm:
karar; kumanda, nü-
fuz.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş.
ihtimal:
olabilirlilik.
ihtimal-i adem:
yokluk ihti-
mali.
ihtimal-i beka:
sonsuzluk ih-
timali.
ihtimal-i imanî:
imandan kay-
naklanan bir ihtimal.
ihtimal-i küfrî:
inkârdan kay-
naklanan bir ihtimal.
intihar:
kendini öldürme, ca-
nına kıyma.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz, inançsız.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.