ve bana karşı da fazla hüsn-i zannı ve irtibatı varken, kalb-
siz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârâne ilti-
fatına kapıldı, onun lehinde, benim aleyhimde bir vaziye-
te geldi. “Fesübhanallah!” dedim. “İnsanda bu derece su-
kut olabilir mi? ne kadar hakikatsiz bir insan idi!” diye o
bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim.
sonra, sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı
çok noktaları aydınlattı. o nur ile, lillâhilhamd, hem
kur’ân-ı Hakîm’in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde
olduğunu; hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılma-
ları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını; hem
günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini; hem Mutezile
mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi “günah-ı kebairi
irtikâp eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında ka-
lır” diye hükümlerinde hata ettiklerini; hem benim o bî-
çare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına
feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli al-
çaklık olmadığını anladım, Cenab-ı Hakka şükrettim, o
vartadan kurtuldum. Çünkü, sabıkan dediğimiz gibi, şey-
tan, cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere
atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler.
kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytanın desiselerine
hem kabile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.
İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakkın
Gafur, Rahîm
gi-
bi iki ismi, tecelli-i azamla ehl-i imana teveccüh ediyor.
Ve kur’ân-ı Hakîm’de peygamberlere en mühim ihsanı
mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları istiğfar etmeye da-
vet ediyor.
(1)
p
º«/
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º`````°r
ùp
H
kelime-i kudsiyesini
Lem’aLar | 215 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
hakikat:
gerçek, esas.
hakikatsiz:
doğru olmayan, asıl-
sız.
herif:
adam.
hükmünde:
değerinde.
hüküm:
bir konu hakkında veri-
len karar.
hüsn-i zan:
bir kimse veya mese-
le hakkında iyi ve güzel düşünce-
ye sahip olma.
ihsan:
ikram etme, lütuf, bağış.
iltifat:
güzel sözler söyleyerek bi-
rini övmek, gönlünü hoş etmek.
iman:
inanma, inanç, itikat.
inkişaf etmek:
açılmak, ortaya
çıkmak; manevî bir sırrın görün-
mesi.
irtibat:
bağlantı, bağ, ilişki.
irtikâp etmek:
yapmak, işlemek.
istiğfar:
af dileme, Allah’tan gü-
nahlarının bağışlanmasını isteme.
kabile:
kabul edici, alıcı.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kelime-i kudsiye:
kutsal ve yüce
söz.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kuvve-i şeheviye ve gadabiye:
öfke ve şehvet duygusu.
küfür:
imansızlık, inançsızlık, din-
sizlik.
leh:
onun tarafına, ondan yana.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd olsun.
mağfiret:
Allah’ın, kullarının gü-
nahlarını bağışlaması, affetmesi.
nakile:
nakledici, taşıyıcı.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri ken-
disinde toplayan, kötülüğe sevk
eden, hayırlı işlerden alıkoyan güç.
nur:
ışık, aydınlık; bilgi.
peygamber:
Allah’ın elçisi.
rahîm:
sonsuz merhamet ve şef-
kat sahibi olan Allah.
riyakârâne:
riyakârca, ikiyüzlülük-
le.
sabık:
geçen, önceki.
sabıkan:
bundan önce.
sukut:
değerden düşme, alçalış.
şükretmek:
Allah’ın verdiği nimet-
ler karşısında elhamdülillâh deme,
Allah’a dil ile hamd etme.
tecelli-i azam:
en büyük tecelli.
tergibat:
rağbet uyandırmalar, is-
teklendirmeler.
teşvikat:
teşvikler, istek ve arzu
uyandırmalar.
teveccüh etmek:
yönelmek.
vakit:
zaman.
varta:
tehlike.
vaziyet:
durum.
aleyh:
karşı, karşıt.
azîm:
büyük, yüce.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan şeref
ve azamet sahibi Allah.
cihaz:
alet; organ.
cüz’î:
küçük, az.
davet:
çağırma.
dehşetli:
korkunç, korkutucu.
derece:
ölçü.
ders-i hakikat:
hakikat dersi,
doğruluk ve gerçek dersi.
desais-i şeytaniye:
şeytana
ait gizli hileler, aldatmacalar.
desise:
hile, aldatmaca.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
emr-i ademî:
yokluğa sebep
olan iş.
feda etmek:
uğruna vermek.
Fesübhanallah:
“Allah’ı her
türlü kusur, ayıp ve eksikler-
den tenzih ederim” manasın-
da olup şaşkınlığı anlatmak
için kullanılır.
Gafur:
günahları bağışlayan
Allah.
gıybet etmek:
hazırda olma-
yan birisinin arkasından ko-
nuşmak.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış.
günah-ı kebair:
büyük günah-
lar.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. (Fatiha Suresi:1, Neml Suresi: 30.)