müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlik-
leri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri hâlde, hizbü’ş-şeytanın çok
defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her
vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakka sığınmasının sır-
rı nedir?
Elcevap
: Hikmeti ve sırrı şudur ki: ekseriyet-i mutla-
ka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve
bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır,
müspettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe ma-
lûmdur ki, yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı,
bir adam bir günde tahrip eder. evet, bütün aza-i esasi-
yenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam
eden hayat-ı insan Hâlık-ı zülcelâl’in kudretine mahsus
olduğu hâlde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nis-
peten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. onun
için,
(1)
o
?n
¡r
°Sn
G o
Öj /
ôr
îs
àdn
G
durub-i emsal hükmüne geçmiş.
İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir
kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazen galip oluyor. Fa-
kat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, onda ta-
hassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar,
bir halt edemezler. eğer muvakkat bir zarar verseler,
(2)
n
Ú/
?s
ào
ª r
?p
d o
án
Ñp
bÉn
© r
dGn
h
sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o
zarar telâfi edilir. o kal’a-i metin, o hısn-ı hasin ise, şeri-
at-ı Muhammediye (
AsM
) ve sünnet-i Ahmediyedir (
AsM
).
Lem’aLar | 209 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
hizbüşşeytan:
şeytanın taraftar-
ları.
hükmüne:
yerine, değerine.
imar:
yapma, tamir etme.
kal’a-i metin:
sağlam kale.
kudret:
güç, kuvvet.
mahsus:
başkasında bulunmayan,
bir şeye veya kişiye has olan.
malûm:
bilinen, belli.
mazhar etme:
kavuşturmak, eriş-
tirmek.
menfaat:
fayda.
menfi:
olumsuz.
mevt:
ölüm.
muhkem:
sağlam, kuvvetli.
muvakkat:
geçici.
müspet:
olumlu.
müstekreh:
tiksinti uyandıran,
müşevvik:
istek arttıran, teşvik
eden.
müthiş:
dehşet veren, korkutan.
nispeten:
kıyasla, göre.
rab:
yaratan besleyen, yetiştiren,
varlıkları uyum içinde sevk ve ida-
re eden Allah.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi,
acıyan, esirgeyen Allah.
rahman:
sonsuz merhamet ve
şefkatle bütün varlıkları rızıklan-
dıran Allah.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi.
sevap:
yapılan iyi ve güzel işlere
karşılık olarak Allah’ın verdiği mü-
kâfat.
sır:
bir şeyin ve işin dikkat, tecrü-
be ve yetenekle anlaşılabilen en
zor ve en ince yanı.
sünnet-i ahmediye:
Hz. Muham-
med’in sözleri, hareketleri, tavır-
ları ve başkalarının yapıp da hoş
karşıladığı davranışlar.
şer:
kötülük.
şerait-ı hayatiye:
hayat şartları.
şeriat-ı muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’e Allah tarafından bildi-
rilen, emir ve yasaklara dayanan
hükümlerin hepsi.
tahassun etmek:
kapanmak, sı-
ğınmak.
tahrip:
yıkma, bozma.
tamir:
onarma, düzeltme.
telâfi edilme:
zararı karşılanma.
tenfir:
nefret ettirmek.
uzuv:
organ.
vesvese:
kalbe gelen asılsız, kötü
ve sinsi düşünce, kuruntu, şüphe.
vücudî:
vücutla, var olan şey ile
ilgili.
vücut:
var oluş, varlık.
zalim:
haksızlık ve kötülük yapan,
zarar veren.
ademî:
yokluğa ait, yoklukla
ilgili.
âzâ-i esasiye:
varlığı gerekli
temel organlar.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan şeref
ve azamet sahibi Allah.
dalâlet:
doğru yoldan, iman
ve İslâmiyetten ayrılmak.
durub-i emsal:
atasözleri,
meşhur sözler.
ebedî:
sonsuz.
ehl-i dalâlet:
doğru yoldan,
iman ve İslâmiyetten çıkmış
olanlar.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve
hak yolunda olan kimseler.
ekseriyet-i mutlaka:
kesin
çoğunluk.
galebe etmek:
galip gelmek,
üstün gelmek.
Hâlık-ı Zülcelâl:
sonsuz celâl,
haşmet ve azamet sahibi olan
ve her şeyi yaratan Allah.
halt etmek:
uygunsuz fiil ve-
ya davranışta bulunmak.
hayat-ı insan:
insan hayatı.
hidayet:
iyi, doğru ve hak
olan; İslâmiyet.
hikmet:
herkesin bilmediği
gizli sebep; gizli, bilinmeyen
nokta.
hısn-ı hasin:
çok sağlam kale.
1.
Tahrip çok kolaydır.
2.
Akıbet, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlarındır. (A’raf Suresi: 128.)