Hem meselâ ateş teşekküle başladığı vakit, hem alev,
hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem mese-
lâ müvellidülmâ, müvellidülhumuza ile mezç edildiği va-
kit, o mezçten hem su, hem buz, hem buhar gibi tabaka-
lar teşekkül ediyor. demek anlaşılıyor ki, bir madde-i va-
hitte teşkilât düşse, tabakata ayrılıyor. öyle ise, madde-i
esîriyede kudret-i fâtıra teşkilâta başladığı için, elbette ay-
rı ayrı tabaka olarak,
(1)
m
äGn
ƒ '
ª°n
S n
™r
Ñ°n
S s
ø o
¡j
s
ƒ°n
ùn
a
sırrıyla yedi
nevi semavatı ondan halk etmiştir.
Altıncısı
: Şu mezkûr emareler, bizzarure, semavatın
hem vücuduna, hem taaddüdüne delâlet ederler. Madem
kat’iyen semavat müteaddittir; ve Muhbir-i sadık, kur’-
ân-ı Mu’cizülbeyan’ın lisanıyla yedidir der; elbette yedidir.
Yedincisi
: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabirat, üslûb-i
Arabîde kesreti ifade ettiği için, o külli yedi tabaka çok
kesretli tabakaları havi olabilir.
Elhâsıl
: kadîr-i zülcelâl, esîr maddesinden yedi kat se-
mavatı halk edip tesviye ederek, gayet dakik ve acip bir
nizamla tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer’ edip ekmiş-
tir. Madem kur’ân-ı Mu’cizülbeyan umum ins ve cinnin
umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir;
elbette nev-i beşerin her bir tabakası, her bir âyât-ı
kur’âniyeden hissesini alacak ve âyât-ı kur’âniye, her ta-
bakanın fehmini tatmin edecek surette, ayrı ayrı ve mü-
teaddit manaları zımnen ve işareten bulunacaktır.
acip:
hayrette bırakan, şaşılacak
şey.
alev:
ateş.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
bizzarure:
zarurî olarak, mecbu-
ren.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
dakik:
ince, düzenli işleyen.
delâlet:
delil olma, gösterme.
elhâsıl:
netice itibarıyla.
emare:
alâmet, belirti.
esîr:
kâinattaki boşlukları doldu-
ran, havadan hafif olup ısı ve ışığı
nakleden cevher.
fehmetme:
anlama, kavrayış.
gayet:
son derece.
halk:
yaratma.
havi:
içine alan, kapsayan.
hisse:
pay.
hutbe-i ezeliye:
varlığının başlan-
gıcı olmayan Allah’ın insanlara ve
cinlere bir hutbesi olan Kur’ân.
ifade:
anlatma.
ins:
insan.
işareten:
işaret ederek.
Kadîr-i Zülcelâl:
büyüklük sahibi
ve her şeye gücü yeten Allah.
kat:
tabaka.
kat’iyen:
kesin olarak, kesinlikle.
kesret:
çokluk.
kesretli:
çok.
kudret-i fâtıra:
yaratıcı kudret,
kuvvet.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
küllî:
kapsamlı, tümel.
lisan:
dil.
madde-i esîriye:
esir maddesi.
madde-i vahit:
bir tek çeşit mad-
de.
mana:
anlam.
meselâ:
misal olarak.
mezcetme:
karıştırma.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen.
muhbir-i Sadık:
doğru haber-
ci; Allah ve ahiretle ilgili doğru
haberler veren Peygamberi-
miz (asm) ve diğer peygam-
berler.
müteaddit:
çeşitli.
müvellidülhumuza:
oksijen.
müvellidülmâ:
hidrojen.
nev-i beşer:
insanlık, bütün
insanlar.
nevi:
cins, tür.
nizam::
düzen.
semavat:
semalar, gökler.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, tarz.
taaddüt:
birden çok olma.
tabaka:
kat, katman.
tabakat:
tabakalar.
tabirat:
tabirler, deyimler, söz-
ler.
tanzim:
düzenleme.
tatmin:
kalbe emniyet verme,
şüpheleri giderme.
tesviye:
aynı düzeye getirme.
teşekkül:
şekillenme, oluşum.
teşkilât:
düzen verişler.
umum:
bütün.
üslûb-i arabî:
Arabca dil üs-
lûbu.
vücut:
varlık.
zer’:
ekme.
zımnen:
dolayısıyla, kapalı bir
şekilde.
1.
Gökleri yedi kat olarak tanzim etti. (Bakara Suresi: 29.)
o
n
i
kinci
l
em
’
a
| 204 | Lem’aLar