rızıklar akıyor, baş gösteriyor. eğer pürşer beşer sû-i ih-
tiyârıyla müdahale edip karışmazsa, her hâlde rızk-ı fıtrî
bitmeden evvel o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, aç-
lıkla ölüme yol vermiyor. öyle ise, açlıktan ölenler, eğer
kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir.
Belki “
Terkü’l-âdat mine’l-mühlikât
”
(1)
sırrıyla, sû-i ihti-
yârdan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir il-
letten, bir marazdan ileri gelmiştir. öyle ise, “Açlıktan öl-
mek olmaz” denilebilir.
evet, bilmüşahede görünüyor ki,
rızık iktidar ve ihtiyâr
ile makusen mütenasiptir.
Meselâ, daha dünyaya gelme-
den evvel, bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyâr ve iktidar-
dan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kı-
mıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı ve-
riliyor.
sonra, dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyâr yok, fa-
kat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan,
yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en
mükemmel ve en mugaddi ve hazmı en kolay ve en lâtif
bir surette ve en acip bir fıtratta, memeler musluğundan
ağzına veriliyor.
sonra, iktidar ve ihtiyâra bir derece alâka peyda ettik-
çe, o kolay ve güzel rızık, bir derece çocuğa karşı nazlan-
maya başlar. o memeler çeşmeleri kesilir, başka yerler-
den rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyârı rızkı takip et-
meye müsait olmadığı için,
Rezzak-ı Kerîm
, peder ve va-
lidesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyârına
yardımcı gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyâr
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran
şey.
âdet:
usul, alışkanlık.
alâka:
ilgi, bağ.
beşer:
âdemoğlu.
bilkuvve:
potansiyel olarak.
bilmüşahede:
görerek.
derece:
miktar.
evvel:
önce.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
hazım:
sindirim.
his:
duygu.
ihtiyar:
kendi istek ve arzularına
göre hareket etme; seçme, tercih
etme.
iktidar:
güç yetme, yapabilme, bir
işi gerçekleştirmek için gereken
kuvvet.
illet:
hastalık.
imdat:
yardıma yetişme.
istidat:
kabiliyet.
kat’iyen:
kesinlikle.
lâtif:
güzel, narin.
mahrum:
yoksun.
makusen:
aksine olan; zıt, ters.
makusen mütenasip:
ters oran-
tılı, birbirine ters olarak bağlanan,
biri arttıkça, diğerinin azalma-
sı.
maraz:
hastalık.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak.
meselâ:
misal olarak.
mugaddi:
gıdalı, besleyici.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
müdahale:
karışma.
müsait:
uygun.
mütenasip:
birbirine uyumlu,
uygun, münasip.
naz:
cilve.
neş’et:
meydana gelme, olma.
peder:
baba.
peyda:
meydana çıkma.
pürşer:
kötülük dolu.
rahm-i mader:
ana rahmi.
rezzak-ı Kerîm:
ikram sahibi
olan rızık verici; Cenab-ı Hak.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş
olan nimet.
rızk-ı fıtrî:
yaratılışla birlikte
verilen rızık.
sır:
gizli hakikat.
su-i ihtiyar:
kötü seçim.
suret:
biçim, tarz.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet.
terk-i âdet:
âdetin terki.
terkü’l-âdat mine’l-mühlikât:
âdetlerin terki, helâketin se-
beplerindendir.
valide:
ana, anne.
zîyahat:
hayat sahibi.
1.
Âdetlerin terki, helâketin sebeplerindendir.
o
n
i
kinci
l
em
’
a
| 196 | Lem’aLar