Lem'alar - page 203

kuvvetlerin naşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde
mevcuttur.
Üçüncüsü
: Madde-i esîriye, esîr kalmakla beraber, sa-
ir maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretler-
de bulunduğu tecrübeten sabittir. evet, nasıl ki buhar, su,
buz gibi havaî, mayi, camit üç nevi eşya aynı maddeden
oluyor. öyle de, madde-i esîriye den dahi yedi nevi taba-
kat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itira-
za medar olmaz.
Dördüncüsü
: ecram-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor
ki, o ulvî âlemlerin tabakatında muhalefet var. Meselâ,
nehrussema ve kehkeşan namıyla maruf, türkçe sa-
manyolu tabir olunan, bulut şeklindeki daire-i azîmenin
bulunduğu tabaka, elbette sevabit yıldızların tabakasına
benzemiyor. güya tabaka-i sevabit yıldızları, yaz meyve-
leri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o kehkeşandaki bulut şek-
linde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp er-
meye başlıyorlar. tabaka-i sevabit dahi, sadık bir hads ile,
Manzume-i Şemsiyenin tabakasına muhalefeti görünüyor.
Ve hakeza, yedi manzumat ve yedi tabaka birbirine mu-
halif bulunması, his ve hads ile derk olunur
Beşincisi
: Hadsen ve hissen ve istikraen ve tecrübeten
sabit olmuştur ki, bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve
o maddeden başka masnuat yapılsa, elbette muhtelif ta-
baka ve şekillerde olur. Meselâ, elmas madeninde teşki-
lât başladığı vakit, o maddeden hem ramat, yani hem kül,
hem kömür, hem elmas nevileri tevellüt ediyor.
Lem’aLar | 203 |
o
n
i
kinci
l
em
a
nâkil:
nakleden, taşıyan
nam:
ad.
naşir:
yayan.
Nehrussema:
samanyolu.
nevi:
cins, çeşit, tür.
remat:
ateş külü.
sabit:
ispat edilmiş.
sadık:
doğru, gerçek.
sair:
diğer, öteki.
samanyolu:
açık gecelerde gök
yüzünde boydan boya görülen
uzun yıldız kümesi.
sevabit:
sabit olanlar.
suret:
biçim, görünüş.
şekil:
görünüş, biçim.
tabaka:
kat, katman.
tabaka-i sevabit:
sabit bilinen yıl-
dızlar tabakası.
tabakat:
tabakalar.
tabir:
ifade.
tanzim:
düzenleme.
tecrübeten:
tecrübe ederek, tec-
rübe olarak.
teşekkülât:
teşekküller, oluşum-
lar.
teşkil:
şekillendirme, vücut ver-
me.
teşkilât:
düzen verişler.
tevellüt:
doğma.
ulvî:
yüce, semavî.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
camit:
katı madde.
daire-i azîme:
arzın merkezin-
den geçerek sema küresini
kesen her hangi bir düzlemin
kestiği ara kesit.
derk etme:
anlama, kavrama.
ecram-ı ulviye:
yıldızlar ve ge-
zegenler.
esîr:
kâinattaki boşlukları dol-
duran, havadan hafif olup ısı
ve ışığı nakleden cevher.
feza:
uzay.
güya:
sanki.
hads:
zan, sezgi.
hadsen:
sezmekle.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
havaî:
gaz hâlinde.
hiss:
duygu.
hissen:
hissî olarak.
istikraen:
etraflı bilgi edine-
rek.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
Kehkeşan:
samanyolu.
madde-i esîriye:
esir madde-
si.
mânii-i aklî:
aklî imkânsızlık.
manzumat:
sıralanmalar.
manzume-i şemsiye:
güneş
sistemi.
maruf:
bilinen.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
mayi:
su hâlinde bulunan şey,
sıvı.
medar:
dayanak noktası, se-
bep.
meselâ:
misal olarak.
mevcut:
var olan.
muhalefet:
zıtlık, muhaliflik.
muhalif:
zıt.
muhtelif:
çeşitli.
1...,193,194,195,196,197,198,199,200,201,202 204,205,206,207,208,209,210,211,212,213,...1406
Powered by FlippingBook