zaman,
(1)
o
¿'
Gr
ôo
?r
dG o
¬o
?o
?o
N
diye tarif ediyorlardı. Yani,
“Kur’ân’ın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muham-
med Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Ve o mehasini en ziya-
de imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan
odur.”
İşte böyle bir zatın ef’al, ahval, akval ve harekâtının her
birisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık
iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin (sün-
netine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek iste-
yen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.
Üçüncü Mesele:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel
bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenatı itidal ve
istikamet üzerine gitmiştir. siyer-i seniyesi, kat’î bir suret-
te gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere git-
miş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir.
evet, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,
(2)
n
är
ôp
eo
G BÉ n
ªn
c r
ºp
?n
à°r
SÉn
a
emrini tamamıyla imtisal ettiği için,
bütün ef’al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat’î bir su-
rette görünüyor. Meselâ, kuvve-i akliyenin fesat ve zul-
meti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbeze-
den müberra olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet
olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket et-
tiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan
korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gada-
biyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan
ahval:
hâller, durumlar.
akval:
sözler.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Salât ve
selâm onun (Peygamberimizin)
üzerine olsun,” anlamında.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
beyan:
açıklama, anlatma, izah et-
me.
cerbeze:
aldatıcı sözlerle kurnaz-
lık.
daima:
sürekli, her zaman.
divane:
deli.
ef’al:
fiiller.
ehemmiyet:
önem.
fesat:
bozukluk, fitne.
fıtraten:
yaratılış itibarıyla.
gabavet:
kalın kafalılık, ahmaklık.
gafil:
gaflette bulunan, ihmal
eden.
hadd-i vasat:
orta derece.
halk:
yaratma.
harekât:
davranışlar.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
hilkaten:
yaratılıştan, fıtraten.
hükmünde:
değerinde.
hükmüne:
değerine, yerine.
içtinap:
çekinme, sakınma.
ifrat:
aşırı gitme, aşırılık.
iman:
inanma.
imtisal:
bir örneğe uygun şekilde
hareket etme.
istikamet:
doğruluk.
itidal:
aşırı olmama, orta hâlde ol-
ma.
kat’î:
kesin.
kuvve-i akliye:
akıl duygusu.
kuvve-i gadabiye:
hiddet, öfke
duygusu.
lâyık:
uygun, münasip.
medar-ı istikamet:
istikamet se-
bebi.
mehasin:
güzellikler, hüsünler.
mehasin:
güzellikler, hüsünler.
mehasin-i ahlâk:
ahlâkî güzellik-
ler.
meselâ:
misal olarak.
mesele:
önemli konu.
misal:
örnek, numune.
mutedil:
itidalli, aşırıya kaçmayan,
ölçülü.
müberra:
aklanmış; müstesna.
mükemmel:
kâmil, noksansız,
tam.
münezzeh:
tenzih edilmiş, uzak.
nev-i beşer:
insanlık, bütün
insanlar.
resul-i ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
sekenat:
durmalar.
Siyer-i Seniyye:
Hz. Peygam-
berin (asm) yüksek ahlâk ve
vasıflarına dair yazılan kitap.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
sünnet:
Hz. Muhammed’in
(asm) Müslümanlara örnek
olan mübarek söz, fiil ve emir-
leri.
tağyir:
değiştirme.
tefrit:
normalin altında kalma,
ifratın zıddı.
tehevvür:
öfkelenme, aşırı
hiddet.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
vaziyet:
durum, hâl.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
zulmet:
Allah’ın nurundan
mahrum olma hâli.
1.
Kur'ân ahlâkı. Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn: 139; EbuDavud, Tatavvu: 26; Neseî, Tatavvu: 2; Müs-
ned, 6:54, 91, 163, 188, 216; Münavi, Feyzü’l-Kadîr, 5:170.
2.
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. (Hûd Suresi: 112.)
o
n
B
irinci
l
em
’
a
| 192 | Lem’aLar