Sual:
Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan giz-
lenemeyen Allâmü’l-guyûb’a
(1)
karşı edep nasıl olur? se-
beb-i hacalet olan hâletler ondan gizlenemez. edebin bir
nev’i tesettürdür, mucib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Al-
lâmü’l-guyûb’a karşı tesettür olamaz.
Elcevap:
Evvelâ
, sâni-i zülcelâl nasıl ki kemal-i ehem-
miyetle sanatını güzel göstermek istiyor ve müstekreh
şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri
süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celp ediyor. öyle
de, mahlûkatını ve ibadını sair zîşuurlara güzel göstermek
istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri,
Cemîl
ve
Müzey-
yin
ve
Lâtif
ve
Hakîm
gibi isimlerine karşı bir nevi isyan
ve hilâf-ı edep oluyor. İşte, sünnet-i seniyedeki edep, o
sâni-i zülcelâl’in esmalarının hudutları içinde bir mahz-ı
edep vaziyetini takınmaktır.
Saniyen
: nasıl ki bir tabip, doktorluk noktasında, bir
namahremin en namahrem uzvuna bakar ve zaruret ol-
duğu vakit ona gösterilir, hilâf-ı edep denilmez. Belki,
edeb-i tıp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabip, reculiyet
ünvanıyla yahut vaiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o na-
mahremlere bakamaz, ona gösterilmesini edep fetva ve-
remez. Ve o cihette ona göstermek hayâsızlıktır. öyle
de, sâni-i zülcelâl’in çok esması var; her bir ismin ayrı
bir cilvesi var. Meselâ,
Gaffar
ismi günahların vücudunu
ve
Settar
ismi kusuratın bulunmasını iktiza ettikleri gibi,
Cemîl
ismi de çirkinliği görmek istemez.
Lâtif, Kerîm,
Hakîm, Rahîm
gibi esma-i cemaliye ve kemaliye, mev-
cudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en
allâmü’l-Guyûb:
görünmeyen
şeyleri bilen, Allah.
celp:
çekme, çekiş.
Cemîl:
sonsuz güzellik sahibi olan
Allah.
cihet:
yön.
cilve:
tecelli.
edeb-i tıp:
doktorluk terbiyesi.
edep:
iyi ahlâk, güzel terbiye.
esma:
isimler.
esma-i cemaliye ve kemaliye:
Cenab-ı Hakkın güzellik ve mü-
kemmellik isimleri.
fetva:
izin.
Gaffar:
kulların günahlarını örten,
bağışlayan, bağışlaması bol olan
Allah.
günah:
dinî suç.
Hakîm:
her şeyi hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hâlât:
hâller.
hâlet:
hâl.
hayâ:
ahlâk kurallarına bağlı ol-
ma; edep.
hilâf-ı edep:
edebe zıt.
hudut:
sınırlar.
ibad:
kullar.
iktiza:
gerektirme.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik.
kemal-i ehemmiyet:
son derece
önemli olma.
Kerîm:
ikram ve ihsanı bol olan
Allah.
kusurat:
kusurlar, noksanlıklar.
Lâtif:
Allah’ın güzel isimlerinden
yarattığı varlıklara çok lütuf ve ih-
sanda bulunan Allah.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mahz-ı edep:
terbiyenin en güze-
li.
meselâ:
misal olarak.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
mucib-i istikrah:
nefret sebebi.
müstekreh:
istikrah edilmiş, tik-
sindirici.
müzeyyin:
her şeyi en güzel bi-
çimde süslendiren Cenab-ı Hak.
namahrem:
mahrem olmayan ya-
bancı, nikâhlanmanın haram ol-
madığı kişi.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nev:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan.
perde:
örtü.
rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah.
reculiyet:
erkeklik.
sair:
diğer, öteki.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi, her şeyi sanatla ya-
ratan Allah.
saniyen:
ikinci olarak.
sebeb-i hacalet:
utanç sebe-
bi.
setr:
örtme, gizleme.
Settar:
kullarının bütün kusur-
larını örten, ayıplarını en çok
gizleyen Allah.
sıfât:
vasıf.
sual:
soru.
suret:
biçim, tarz.
Sünnet-i Seniyye:
Hz. Mu-
hammed’in yüksek hâl, söz,
tavır ve tasvipleri.
tabip:
doktor.
tesettür:
örtünme, gizlenme.
uzuv:
organ.
ünvan:
nam.
vaiz:
dinî meseleler üzerinde
öğüt vererek irşat eden.
vaziyet:
durum, hâl.
vücut:
varlık.
zaruret:
mecburiyet, zorunlu-
luk.
zîşuur:
şuur sahibi.
1.
Bkz. Mâide Suresi: 106, 109; Tevbe Suresi: 78; Sebe Suresi: 48.
o
n
B
irinci
l
em
’
a
| 182 | Lem’aLar