düzdür.” Menfi netice için deniliyor: “gündüz yok. öyle
ise netice veriyor ki, güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müs-
pet ve menfi iki netice kat’îdirler.
Aynen böyle de, şu ayet-i kerîme der ki: “eğer Allah’a
muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittiba edilecek. İttiba
edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yok-
tur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın
sünnet-i seniyesine ittibaı intaç eder.”
evet,
Cenab-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat ede-
cek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi
ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip
ettiği yoldur.
evet, bu kâinatı bu derece in’amat ile dolduran zat-ı
kerîm-i zülcemal, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür is-
temesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar
mu’cizat-ı sanatla tezyin eden o zat-ı Hakîm-i zülcelâl, el-
bette bilbedahe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini ken-
dine muhatap ve tercüman ve ibadına mübelliğ ve imam
yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecel-
liyat-ı cemal ve kemalâtına mazhar eden o zat-ı Cemîl-i
zülkemal, elbette bilbedahe, sevdiği ve izharını istediği ce-
mal ve kemal ve esma ve sanatının en cami’ ve en mü-
kemmel mikyas ve medarı olan bir zata, her hâlde en ek-
mel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sa-
irlerine numune-i imtisal edip, herkesi onun ittibaına sevk
edecek. tâ ki, o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.
Lem’aLar | 179 |
o
n
B
irinci
l
em
’
a
mümtaz:
seçkin.
müspet:
olumlu.
müstakim:
doğru.
netice:
sonuç.
nimet:
lütuf, ihsan.
numune-i imtisal:
örnek alınacak
model.
sair:
diğer, öteki.
sevk etme:
yönlendirme.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüksek hâl, söz, ta-
vır ve tasvipleri.
şükür:
nimetin sahibini tanıma ve
ona karşı minnet duyma.
tecelliyat-ı cemal:
İlâhî güzellik-
lerin tecellileri, görüntüleri.
tecelliyat-ı kemalât:
kemaller,
mükemmellikler.
tercüman:
tercüme eden.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
vaziyet:
durum, hâl.
vaziyet-i ubudiyet:
kulluk, ibadet
vaziyeti.
zarurî:
zorunlu.
zat:
azamet ve ululuk sahibi kişi.
Zat-ı Cemîl-i Zülkemal:
sonsuz gü-
zellik ve olgunluk, mükemmellik
sahibi olan Allah.
Zat-ı Hakîm-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük ve celâl sahibi ve her işi
hikmetle yapan zat.
Zat-ı Kerîm-i Zülcemal:
sonsuz
güzellik sahibi, kerîm ve cömert
olan zat.
zîşuur:
şuur sahibi.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
bedihî:
açık, aşikâr.
bilâşüphe:
şüphesiz.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cami:
toplayan, içine alan.
cemal:
güzellik.
Cenab-ı Hak:
Allah.
ekmel:
en mükemmel ve ku-
sursuz olan.
esma:
isimler.
Habibullah:
Allah’ın sevgilisi,
Hz. Muhammed.
had:
sınır.
ibad:
kullar.
imam:
önder.
iman:
inanma, itikat, inanç.
in’amat:
yardımlar, nimet ver-
meler.
intaç:
netice verme.
itaat:
boyun eğme, uyma.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
izhar:
açığa vurma, gösterme.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kat’î:
kesin.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik.
kemalât:
kemaller, mükem-
mellikler.
makbul:
kabul edilmiş olan,
geçerli.
mazhar:
nail olma.
medar:
eksen, kaynak.
menfi:
olumsuz.
mikyas:
ölçü.
mu’cizat-ı sanat:
sanat mu’ci-
zeleri.
muhabbetullah:
Allah sevgi-
si.
muhatap:
hitap olunan.
mübelliğ:
tebliğ eden, bildi-
ren.
mükemmel:
tam, olgun.