E l hâs ı l
:
Muhabbetullah, sünnet-i seniyenin ittibaını
istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, sün-
net-i seniyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kim-
seye ki, sünnet-i seniyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.
AltıncıNükte
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
(1)
p
QÉs
ædG »p
a m
án
dn
Ón
°V t
?o
c
n
h l
án
dn
Ón
°V m
án
Yr
óp
H t
?o
c
Yani,
(2)
r
º o
µ
n
æj/
O r
ºo
µ
n
d o
âr
?n
ªr
c
n
G n
?r
ƒn
« r
dn
G
sırrı ile, kavaid-i Şeriat-ı
garra ve desatir-i sünnet-i seniye tamam ve kemalini
bulduktan sonra, yeni icatlarla o düsturları beğenmemek
veyahut –hâşâ ve kellâ– nakıs görmek hissini veren
bid’aları icat etmek dalâlettir, ateştir.
sünnet-i seniyenin meratibi var. Bir kısmı vaciptir, terk
edilmez. o kısım, Şeriat-ı garrada tafsilâtıyla beyan edil-
miş. onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez.
Bir kısmı da nevafil nev’indendir. nevafil kısmı da iki kı-
sımdır:
Bir kısmı, ibadete tâbi sünnet-i seniye kısımlarıdır. on-
lar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri
bid’attır. diğer kısmı, “adap” tabir ediliyor ki, siyer-i se-
niye kitaplarında zikredilmiş. onlara muhalefete bid’a de-
nilmez; fakat adab-ı nebevîye bir nevi muhalefettir ve on-
ların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir.
Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede resul-i
ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle malûm olan
harekâtına ittiba etmektir. Meselâ, söylemek adabını
adab-ı Nebeviye:
Hz. Peygambe-
rin edebi hâl ve davranışları.
adap:
davranış kaideleri, ahlâk ve
terbiyenin gerektirdiği hareket tar-
zı.
âdât:
âdetler, görenekler.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Salât ve
selâm onun (Peygamberimizin)
üzerine olsun,” anlamında.
beyan:
anlatma, açıklanma, izah
etme.
bid’a(t):
dinin aslında olmayıp son-
radan icat edilen şeyler.
cihet:
yön.
dalâlet:
doğru yoldan ayrılma, ba-
tıla yönelme.
desatir-i sünnet-i seniye:
Hz. Pey-
gamberin sünnetinin kaideleri,
prensipleri.
düstur:
kaide, prensip.
edep:
iyi ahlâk, güzel terbiye.
elhâsıl:
netice itibarıyla.
ferman:
emir, buyruk.
harekât:
davranışlar, tutumlar.
hâşâ ve kellâ:
Allah korusun, as-
la.
hisse:
pay, nasip.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme.
icat:
sonradan ortaya çıkma.
intaç:
netice verme.
istifade:
faydalanma.
istilzam:
gerektirme.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
kavaid-i Şeriat-ı Garra:
parlak ve
nurlu İslâm şeriatının kaideleri,
prensipleri.
kemal:
olgunluk, yetkinlik, mü-
kemmellik.
malûm:
bilinen.
meratip:
mertebeler, basamaklar.
meselâ:
misal olarak.
muamelât-ı fıtriye:
doğuştan ge-
len muameleler.
muhabbetullah:
Allah sevgisi.
muhalefet:
aykırılık, muhaliflik.
muhkemat:
hüküm ihtiva eden
ayetler.
nakıs:
noksan, kusurlu.
nevafil:
nafileler.
nevi:
çeşit, tür.
nur:
aydınlık, ışık.
nükte:
ince söz ve mana.
örf:
zamanın gereğine ve yöre
âdetlerine uyan uygulama biçimi,
gelenek.
resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rîm olan peygamber, Hz. Muham-
med (asm).
Siyer-i Seniye:
Hz. Peygamberin
(asm) yüksek ahlâk ve vasıflarına
dair yazılan kitap.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüksek hâl, söz,
tavır ve tasvipleri.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
Şeriat-ı Garra:
parlak din; İs-
lâmiyet.
tâbi:
uyan, itaat eden.
tabir:
ifade.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar.
tağyir:
değiştirme.
takdir:
beğenme, kıymetini
anlama.
tebeddül:
değişme.
tevatür:
bir hadis-i şerifin, ya-
lan söylemeleri kabullenilme-
si mümkün olmayan bir top-
luluk tarafından aktarılması, ri-
vayet edilmesi.
vacip:
dinî bakımdan yapılma-
sı şart olan, terki caiz olma-
yan.
veyl:
yazıklar olsun.
zikir:
anma.
ziyade:
fazla.
1.
Her bid’at dalâlettir ve her dalâlet cehennem ateşindedir. (Müslim, Cuma: 43; EbuDavud,
Sünnet: 5; Neseî, I’deyn: 22; İbniMâce, Mukaddime: 6, 7; Darimî, Mukaddime: 16, 23; Müs-
ned, 3:310, 371, 4:126, 127; Beyhakî, Sünen: 3:213, 214.)
2.
Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. (Mâide Suresi: 3.)
o
n
B
irinci
l
em
’
a
| 180 | Lem’aLar