dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarın-
da çok ziyade mes’uttur. Âdeta mü’minin imanı, mü’mi-
nin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâ-
firin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevî bir cehennemi
ateşlendiriyor.
(1)
o
º«/
µ n
`?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G BÉn
æn
àr
ªs
?n
Y Én
e s
’p
G BÉn
æn
d n
ºr
?p
Y '
’ n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
®
hakikat:
gerçek.
hükmüne:
değerine, yerine.
iman:
inanma, itikat.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, dinsizlik.
manen:
mana itibarıyla, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mes’ut:
saadetli, bahtiyar.
mü’min:
iman eden, inanan.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
ruh:
insanın kalb boşluğunda-
ki lâtif cisme binen, özü kav-
ranamayan idrak edici sır.
ziyade:
fazla.
1.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
o
nuncu
l
em
’
a
| 172 | Lem’aLar
âdeta:
sanki.
cennet-i manevî:
manevî bir cen-
net.