etmemekle beraber, beni de kat’î bildiğim hakikatten vaz-
geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yaz-
dı. “eyvah!” dedim. “Bu talebemi kaybettim.” Çendan
fikrini tenvir etmek istedim; başka bir mana daha karıştı.
Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karip, bir halvetha-
nede (yani hapiste) bekledi.
DoKuZuNCuSu
Büyük Hafız zühtü’dür. Bu zat, Ağrus’taki nur tale-
belerinin başında nazırları hükmünde olduğu bir zaman,
sünnet-i seniyeye ittiba ve bid’alardan içtinabı meslek it-
tihaz eden talebelerin manevî şerefini kâfi görmeyerek ve
ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle
mühim bir bid’anın muallimliğini deruhte etti. tamamıy-
la mesleğimize zıt bir hata işledi. pek müthiş bir şefkat to-
kadını yedi. Hanedanının şerefini zirüzeber edecek bir hâ-
diseye maruz kaldı. Fakat, maatteessüf, küçük Hafız züh-
tü, hiç tokada istihkakı yokken, o elîm hâdise ona da te-
mas etti. Belki, inşaallah, o hâdise onun kalbini dünya-
dan kurtarıp tamamıyla kur’ân’a vermek için bir ameli-
yat-ı cerrahiye-i nafia hükmüne geçer.
oNuNCuSu
Hafız Ahmed (
rH
) namında bir adamdır. Bu zat, risa-
lelerin yazmasında iki-üç sene teşvikkârâne bir surette bu-
lunuyordu ve istifade ediyordu. sonra ehl-i dünya zayıf
bir damarından istifade etti. o şevk zedelendi. ehl-i dün-
yaya temas etti; belki o cihetle ehl-i dünyanın zararını gör-
mesin, hem onlara sözünü geçirsin ve bir nevi
ameliyat-ı cerrahiye-i nafia:
fay-
dalı cerrahî ameliyat.
bid’a:
dinin aslına uymayan âdet
ve uygulamalar.
cidden:
gerçekten, ciddî olarak.
cihet:
yön.
çendan:
gerçi.
deruhte:
üstüne alma, yüklenme.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, ahi-
reti düşünmeyen.
elîm:
elem verici.
emel:
ümit, şiddetli arzu.
fikir:
düşünce.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek.
halvethane:
çile doldurma yeri,
hücre; çilehane (hapishane).
hanedan:
kökten asil ve büyük
o
nuncu
l
em
’
a
| 166 | Lem’aLar
aile.
hükmünde:
yerinde.
hükmüne:
değerine, yerine.
içtinap:
çekinme, kaçınma.
inşaallah:
Allah izin verirse
manasında bir dua.
istifade:
faydalanma.
istihkak:
hak etme.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
ittihaz:
edinme.
kâfi:
yeterli.
karip:
yakın.
kat’î:
kesin.
maatteessüf:
üzülerek.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait.
maruz:
bir şeyin karşısında ve
tesiri altında bulunan, uğrama.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
mevki:
makam.
muallim:
öğretmen, öğretici.
mühim:
önemli.
müthiş:
dehşet veren.
nam:
ad.
nazar:
bakış, düşünce.
nazır:
nezaret eden, bakan.
nevi:
çeşit, tür.
suret:
biçim, tarz.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüksek hâl, söz,
tavır ve tasvipleri.
şeref:
manevî büyüklük.
şevk:
şiddetli arzu.
talebe:
öğrenci.
temas etmek:
değmek.
temas:
değmek.
tenvir:
nurlandırma, bir konu
hakkında başkalarını aydınlat-
ma.
teşvikkârâne:
teşvik ederek.
zat:
kişi.
zedelenme:
vurulma, çarpıl-
ma.
zîrüzeber:
paramparça.
zıt:
ters.