nefsimi düşündüm, ahiretimi kurtarmak için erek dağı’n-
da harabe mağara gibi bir yere çekildim. o vakit sebep-
siz beni aldılar, nefyettiler; Burdur’a getirildim.
orada yine hizmet-i kur’âniyede bulunduğum miktar-
ca –o vakit menfîlere çok dikkat ediliyordu; her akşam is-
pat-ı vücut etmekle mükellef oldukları hâlde– ben ve ha-
lis talebelerim müstesna kaldık. Ben hiçbir vakit ispat-ı vü-
cuda gitmedim, hükûmeti tanımadım. oranın valisi, ora-
ya gelen Fevzi paşa’ya şikâyet etmiş. Fevzi paşa demiş:
“ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz.” Bu sözü ona söyletti-
ren, hizmet-i kur’âniyenin kudsiyetidir. ne vakit nefsimi
kurtarmak, yalnız ahiretimi düşünmek fikri bana galebe
etti, hizmet-i kur’âniyede muvakkat fütur geldi; aksi mak-
sadımla tokat yedim. Yani, bir menfâdan diğerine, Ispar-
ta’ya gönderildim.
Isparta’da yine hizmet başına geçtim. Yirmi gün geç-
tikten sonra bazı korkak insanların ihtarlarıyla, “Belki bu
vaziyeti hükûmet hoş görmeyecek, bir parça teenni et-
sen, daha iyi olur” dediler. Bende tekrar yalnız kendimi
düşünmek hatırası kuvvet buldu. “Aman, halklar gelme-
sin” dedim. Yine o menfâdan dahi üçüncü nefiy olarak
Barla’ya verildim.
Barla’da ne vakit bana fütur gelmişse, yalnız kendimi
düşünmek hatırası kuvvet bulmuşsa, bu ehl-i dünyanın yı-
lanlarından, münafıklarından birisi bana musallat olmuş.
Bu sekiz senede seksen hâdiseyi, kendi başımdan geçtiği
için hikâye edebilirim. Usandırmamak için kısa kesiyo-
rum.
Lem’aLar | 159 |
o
nuncu
l
em
’
a
müstesna:
istisna olan, hariç.
nefis:
kendi, şahıs.
nefiy:
sürgün etme.
nefyetme:
sürgün etme.
sair:
diğer, öteki.
sevk etme:
yöneltme.
talebe:
öğrenci.
teenni:
temkinli davranma, dik-
katli davranma.
vakit:
zaman.
vaziyet:
durum.
vesvese:
kuruntu, işkil.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
aksi:
ters, zıt.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
ders-i hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân hakikatleri dersi.
ehl-i dünya:
dünyaya bağla-
nıp ahireti düşünmeyenler.
fikir:
düşünce.
fütur:
gevşeklik, usanç.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hadisat:
hâdiseler, olaylar.
hâdise:
olay.
halis:
samimî, saf.
halk:
topluluk.
harabe:
çok eski, yıkılmaya
yüz tutmuş.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
hükûmet:
yönetim.
hürmet:
ihtiram, saygı.
iğfal:
gaflete düşürerek kan-
dırma.
ihmal:
ehemmiyet vermeme,
önemsememe.
ihtar:
uyarı.
ispat-ı vücut:
varlığını göster-
me.
kanaat:
inanma, görüş.
keramet:
Allah’ın ihsanıyla gö-
rülen olağanüstü hâller.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik.
maksat:
gaye.
menfa:
sürgün yeri.
menfi:
sürgün edilmiş.
meselâ:
misal olarak.
meşgul:
ilgilenen, uğraşan.
musallat:
rahatsız eden.
muvakkat:
geçici.
mükellef:
mecbur olan, vazi-
feli.
münafık:
ikiyüzlülük eden.