Hazret-i İsa Aleyhisselâm pedersiz olduğu kat’iyeti var-
ken, tenasüldeki bir kanunun muhalefetini gayr-i müm-
kün telâkki etmekle, vâhî tevilât ile bu metin ve esaslı ha-
kikati değiştirmeye teşebbüs edenlerin sözüne ehemmi-
yet verilmez ve ehemmiyete değmez.
Çünkü hiçbir kanun yoktur ki, şüzuzları ve nadirleri bu-
lunmasın ve haricine çıkmış fertleri bulunmasın. Ve hiç-
bir kaide-i külliye yoktur ki, harika fertler ile tahsis edil-
mesin. zaman-ı Âdem’den beri bir kanundan hiçbir fert
şüzuz etmemek ve haricine çıkmamak olamaz.
evvelâ, bu kanun-i tenasül, mebde itibarıyla, iki yüz bin
enva-ı hayvanatın mebdeleriyle hark edilmiş ve nihayet
verilmiş. Yani, en evvelki pederleri âdeta Âdem’leri hük-
münde, iki yüz bin o evvelki pederleri, kanun-i tenasülü
hark etmişler. peder ve valideden gelmemişler ve o ka-
nun haricinde vücut verilmiş.
Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz, yüz bin en-
vaın kısm-ı azamı, hadsiz efratları, kanun-i tenasül hari-
cinde –yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde–
o kanun haricinde icat edilir. Acaba mebdeinde ve hatta
her senede bu kadar şazlarla yırtılmış, zedelenmiş bir ka-
nunu, bin dokuz yüz senede bir ferdin şüzuzunu akla sı-
ğıştıramayan ve nusûs-i kur’âniyeye karşı bir tevile yapı-
şan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyas et.
o bedbahtların kanun-i tabiî tabir ettiği şeyler, emr-i
İlâhî ve irade-i rabbaniyenin küllî bir cilvesi olan âdetul-
lah kanunlarıdır ki, Cenab-ı Hak, o âdâtını bazı hikmet
Lem’aLar | 149 |
d
okuzuncu
l
em
’
a
kaide-i külliye:
her şeyde tatbik
edilebilen prensip.
kanun:
kural, kaide, prensip.
kanun-ı tabiî:
tabiat, doğa kanu-
nu.
kanun-ı tenasül:
üreme kanunu.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kısm-ı azam:
büyük kısım.
kıyas etme:
karşılaştırma.
küllî:
bütüne ait, büyük, kapsam-
lı.
mebde:
başlangıç.
metin:
sağlam.
muhalefet:
zıtlık, muhaliflik.
nadir:
az, ender, bulunan.
nihayet:
son.
nusûs-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın nas-
ları, hükümleri.
peder:
baba, ata.
şaz:
kural dışı olan.
şüzuz etme:
kural dışı kalma.
şüzuz:
kural dışı kalanlar.
taaffün etme:
çürüme, kokuşma,
pis kokma.
tabir etme:
ifade etme, isimlen-
dirme.
tahsis etme:
kişiye özel uygula-
ma yapma.
telâkki etmek:
düşünmek, kabul
etmek.
tenasül:
üreme, çoğalma.
teşebbüs etmek:
başvurmak, gi-
rişmek.
tevil:
yorumlama.
tevilât:
teviller, yorumlar.
vâhî:
boş, faydasız.
valide:
ana, anne.
vücut:
varlık.
Zaman-ı Âdem:
Hz. Âdem zama-
nı.
zedelenme:
hasar, zarar görme.
âdât:
âdetler.
Âdem:
Cenab-ı Allah’ın yarat-
tığı ilk insan ve insanlığın ilk
atasıdır.
âdeta:
sanki.
Âdetullah:
Allah’ın kâinatta
uyguladığı kanun ve prensip-
ler.
aleyhisselâm:
selâm onun
üzerine olsun.
bedbaht:
kötü bahtlı, talihsiz,
zavallı, nasipsiz.
Cenab-ı Hak:
Hakkın tâ ken-
disi şeref ve azamet sahibi
olan Allah.
cilve:
yansıma, görüntü.
efrat:
fertler, şahıslar.
ehemmiyet:
önem.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
enva:
çeşitler, türler.
enva-ı hayvanat:
hayvan ve
canlı türleri.
evvel:
önce.
evvelâ:
ilk olarak.
fert:
tek, şahıs, kişi.
gayr-i mümkün:
mümkün ol-
mayan, imkânsız.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hariç:
dış, dışarısı, dışta kalan.
harika:
olağanüstü.
hark etme:
yıkma, parçalama,
kesme.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icat edilmek:
yaratılmak, yok-
tan var edilmek.
irade-i rabbaniye:
Cenab-ı
Hakkın mahlûkatın terbiye,
tedbir ve idaresi konusundaki
yapabilme gücü, kudreti.
itibarıyla:
sayılmak üzere, ba-
kımından.