görünseydi, onun için gayet büyük bir sukut ve ağır bir
hata olurdu. Madem fark o kadar derindir; bir temsil ile
o farkı ve o mehazları, Hazret-i Muhyiddin’in o meselede
yanlışını göstermeye muhtasaran çalışacağız. Şöyle ki:
Meselâ, bir âyinede güneş görünüyor. Şu âyine, güne-
şin hem zarfı, hem mevsufudur. Yani, güneş bir cihette
onun içinde bulunur ve bir cihette âyineyi ziynetlendirip
parlak bir boyası, bir sıfatı olur. eğer o âyine, fotoğraf
âyinesi ise, güneşin misalini sabit bir surette kâğıda alı-
yor. Şu hâlde, âyinede görünen güneş, fotoğrafın resim
kâğıdındaki görünen mahiyeti, hem âyineyi süslendirip
sıfâtı hükmüne geçtiği cihette, hakikî güneşin gayrıdır.
güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda gir-
mesidir. Âyine içinde görünen güneşin vücudu ise, hariç-
teki görünen güneşin ayn-ı vücudu değilse de, ona irtiba-
tı ve ona işaret ettiği için, onun ayn-ı vücudu zannedil-
miş.
İşte bu temsile binaen, “Âyinede hakikî güneşten baş-
ka bir şey yoktur” denilmek ve âyineyi zarf ve içindeki gü-
neşin vücud-i haricîsi murat olmak cihetiyle denilebilir.
Fakat âyinenin sıfatı hükmüne geçmiş münbasit aksi ve
fotoğraf kâğıdına intikal eden resim cihetiyle “güneştir”
denilse hatadır; “güneşten başka içinde bir şey yoktur”
demek yanlıştır. Çünkü, âyinenin parlak yüzündeki akis
ve arkasında teşekkül eden resim var. Bunların da ayrı
ayrı birer vücudu var. Çendan o vücutlar güneşin cilve-
sindendir, fakat güneş değiller. İnsanın zihni, hayali, bu
âyine misaline benzer. Şöyle ki:
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 144 | Lem’aLar
akis:
yansıma.
ayn-ı vücut:
bir varlığın aynı,
vücudunun ta kendisi.
binaen:
den dolayı, dayana-
rak.
cihet:
yön.
cilve:
görüntü, yansıma.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
gayr:
başkası.
hakikî:
gerçek.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek, değerinde olmak.
intikal etme:
bir yerden geç-
me, başka bir yere ulaşma.
irtibat:
bağlantı, ilgi.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
iç yüzü.
mehaz:
bir şeyin alındığı, çı-
karıldığı yer, kaynak.
mesele:
konu, önemli iş.
mevsuf:
özelliği ve niteliği be-
lirlenen.
misal:
benzer, numune, örnek.
muhtasaran:
özet olarak.
murat:
maksat, amaç, gaye.
münbasit:
yayılan, genişleyen.
sıfât:
nitelik, vasıf, özellik.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
temsil:
benzetme, misal getir-
me.
teşekkül eden:
şekillenip
meydana gelen.
vücud-i haricî:
dış âleme çık-
mış varlık, maddî varlık.
vücut:
var olma, varlık.
zan:
sanma.
zarf:
kılıf, mahfaza.
zihin:
bellek, hafıza.
ziynetlendirmek:
süslemek.