İnsanın âyine-i fikrindeki malûmatın dahi iki vechi var:
Bir vecihle ilimdir, bir vecihle malûmdur. eğer zihni o ma-
lûma zarf yapsak, o vakit o malûm, mevcud-i zihnî bir
malûm olur; vücudu ayrı bir şeydir. eğer zihni o şeyin hu-
sulüyle mevsuf yapsak, zihne sıfat olur; o şey o vakit ilim
olur, bir vücud-i haricîsi vardır. o malûmun vücudu ve
cevheri dahi olsa, bunun gibi arazî bir vücud-i haricîsi
olur.
İşte bu iki temsile göre, kâinat bir âyinedir, her bir mev-
cudatın mahiyeti de bir âyinedir; kudret-i ezeliye ile icad-ı
İlâhîye maruzdurlar. Her bir mevcut, bir cihetle Şems-i
ezelî’nin bir isminin bir nevi âyinesi olup, bir nakşını gös-
terir. Hazret-i Muhyiddin meşrebinde olanlar, yalnız âyi-
nelik ve zarfiyet cihetinde ve âyinedeki vücud-i misali, ne-
fiy noktasında ve akis ayn-ı mün’akis olmak üzere keşfe-
dip, başka mertebeyi düşünmeyerek,
(1)
n
ƒ o
g s
’p
G n
Oƒo
Lr
ƒn
e n
’
diyerek, yanlış etmişler,
(2)
l
án
àp
HÉ n
K p
ABÉ n
«°r
Tn
’r
G o
?p
FÉn
?n
M
kaide-i esa-
siyeyi inkâr etmek derecesine düşmüşler.
Amma ehl-i hakikat ise, veraset-i nübüvvetin sırrıyla ve
kur’ân’ın kat’î ifadatıyla görmüşler ki, âyine-i mevcudat-
ta kudret ve irade-i İlâhiye ile vücut bulan nakışlar onun
eserleridir. “Heme ezost”tur;
(HaşİYe 1)
“Heme ost”
(HaşİYe
2)
değil. eşyanın bir vücudu vardır ve o vücut bir
Lem’aLar | 145 |
d
okuzuncu
l
em
’
a
kâinat:
yaratılmış bütün âlemler,
varlıklar, evren.
kat’î:
kesin.
keşfetmek:
gizli bir şeyi meyda-
na çıkarmak.
kudret:
kuvvet, iktidar.
Kudret-i ezeliye:
Cenab-ı Hakkın
geçmiş ve geleceği kuşatmış son-
suz kudreti, kuvveti.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, iç
yüzü.
malûm:
bilinen şey.
malûmat:
bilgiler.
maruz:
bir şeyin etkisi altında bu-
lunan.
mertebe:
derece, basamak.
meşrep:
hareket tarzı, meslek,
metot.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılan varlıklar.
mevcud-i zihnî:
insanın zihninde,
hafızasında var olan.
mevcut:
var olan.
mevsuf:
vasıflanmış, nitelenmiş.
nakış:
süs.
nefiy:
yok sayma, reddetme.
nevi:
çeşit, tür.
sıfât:
nitelik, vasıf, özellik.
sırrıyla:
bir şeyin dikkat, tecrübe,
yetenek ve sezgi yardımıyla kav-
ranabilen en zor yanı.
Şems-i ezelî:
varlığının başlangıcı
olmayan, nurların, hayırların, ha-
kikatlerin kaynağı olan Cenab-ı
Hak.
temsil:
örnek, benzetme.
vakit:
zaman, an.
vecih:
yön.
veraset-i Nübüvvet:
Peygambe-
rimizin vârisi durumunda olan, bü-
yük âlim ve velîlerin yolu.
vücud-i haricî:
gözle görülebilen
maddî varlık.
vücud-i misalî:
benzer, yansıma-
ya dayalı varlık.
vücut:
varlık.
zarf:
kap, kılıf, mahfaza.
zarfiyet:
zarf olma, bir şeyin bir
başka şeyi içine alması, kuşatma-
sı.
zihin:
bilinç, dimağ.
akis:
yansıma, görünme.
arazî:
kendi başına var olma-
yan varlığı bir cevhere bağlı
olan, sonradan ortaya çıkan.
âyine-i fikir:
düşünce aynası.
âyine-i mevcudat:
bir ayna
şeklinde olan varlıklar.
ayn-ı mün’akis:
aynaya vu-
rup oradan ziyası, şekli gelen
veya görünen şeyin kendisi.
cevher:
esas, öz.
cihet:
yön.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden giden âlimler.
haşiye:
dipnot.
heme ezost:
her şey ondan-
dır.
heme ost:
her şey odur.
husul:
hâsıl olma, meydana
gelme.
icad-ı İlâhî:
Cenab-ı Hakkın var
etmesi, yoktan yaratması.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ifadat:
ifadeler, açıklamalar.
ilim:
ilim; bilgi, okuyarak öğ-
renilen bilgi.
inkâr etmek:
kabul ve tasdik
etmeme, reddetme.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın irade-
si, dilediğini yapabilme gücü.
kaide-i esasiye:
temel pren-
sip.
1.
Ondan başka mevcut yoktur.
2.
Eşyanın hakikati sabittir.
HaşİYe 1:
Yani her şey ondandır. o icat eder.
HaşİYe 2:
Her şey o değil ki; "lâ mevcûde illâ Hû" denilsin.