teveccühünde tecezzi yoktur. Aynı anda, her yerde, kud-
ret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. tasarrufun-
da tevzi ve inkısam yok. on Altıncı söz ve otuz İkinci sö-
zün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadında bu sır tamamıyla
izah ve ispat edilmiştir.
(1)
p
?«p
ãr
ªs
àdG p
‘ n
ás
MÉn
°ûo
e n
’
kaidesiyle
temsildeki kusura bakılmadığından, gayet kusurlu bir tem-
sil söyleyeceğim; tâ iki meşrebin bir derece farkı anlaşıl-
sın.
Meselâ, harika ve emsalsiz, gayet büyük ve gayet ziy-
netli, şark ve garba bir anda uçacak ve şimalden cenuba
ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüz binler nakışlarla
tezyin edilmiş ve kanadının her bir tüyünde gayet dâhi-
yâne sanatlar derç edilmiş bir tavus kuşu farz ediyoruz.
Şimdi seyirci iki adam var. Akıl ve kalb kanatlarıyla bu
kuşun yüksek mertebelerine ve harika ziynetlerine uçmak
istiyorlar.
Birisi, bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve ha-
rikulâde her bir tüyündeki kudret nakışlarına bakar ve ga-
yet aşk ve şevk ile sever. dakik tefekkürü kısmen bırakır
ve aşka yapışır. Fakat görür ki, her gün o sevimli nakış-
lar tahavvül ve tebeddül eder. sevdiği ve perestiş ettiği o
mahbuplar kayboluyor, zeval buluyor. o adam kendine
teselli vermek ve aklına sığıştıramadığı vahdet-i hakikî ile
rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zatî ile hallâkıyet-i külli-
yeye malik bir nakkaşın bir nakş-ı sanatıdır demek lâzım
gelirken, o itikat yerine, “Bu tavus kuşundaki ruh o ka-
dar âlîdir ki, onun sânii onun içindedir veya o olmuş.
Hem o ruh, vücuduyla müttehit; ve vücudu ise,
âlî:
yüce, yüksek.
aşk:
şiddetli sevgi.
cenup:
güney.
dâhiyâne:
dâhîce, çok güzel.
dakik:
ince, ölçülü.
derç edilme:
yerleştirilme.
ehadiyet-i zatî:
zatının yani ken-
disinin tek olması.
emsal:
benzerler, örnekler.
farz etme:
öyle kabul etme, var
sayma.
garb:
batı.
gayet:
çok, son derece.
hallâkıyet-i külliye:
her şeyi ku-
şatan yaratıcılık.
harika:
çok güzel, olağanüstü.
harikulâde:
çok üstün güzellikte,
olağanüstü.
inkısam:
bölünme, kısımlara ay-
rılma.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak, kanıtla-
mak.
itikat:
bir fikre inanma, inanç.
izah:
açıklama yapma.
kaide:
kural, prensip.
kısmen:
bütün olarak değil, bazı
yönden.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahbup:
sevgili.
maksat:
istenilen; gaye, hedef.
malik:
sahip.
mertebe:
rütbe, basamak, dere-
ce.
meşrep:
hareket tarzı, metot,
meslek.
mevkıf:
durak, kısım, bölüm.
müttehit:
birleşmiş, birleşik.
nakış:
süs.
nakkaş:
nakış yapan, süsleyen.
nakş-ı sanat:
sanatlı nakış.
perestiş:
tapar derecede sevme.
rububiyet-i mutlaka:
sonsuz ve
sınırsız terbiye edicilik.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık, canlılık.
sâni:
sanatlı bir şekilde yapan
usta.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dik-
kat, tecrübe, yetenek ve sez-
gi yardımıyla kavranabilen en
zor en ince yanı.
şark:
doğu.
şevk:
şiddetli arzu ve istek.
şimal:
kuzey.
tahavvül:
değişme, dönüşme.
tasarruf:
dilediği gibi kullan-
ma ve yönetme, icraat.
tavus:
tüyleri uzun, kuyruğu
parlak, güzel renkli, bir kuş.
tebeddül etme:
başkalaşma,
değişme.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme.
tefekkür:
derinlemesine dü-
şünme.
temsil:
misal, örnek, benzet-
me.
teselli vermek:
avutmak,
avundurmak.
teveccüh:
ilgi, yönelme.
tevzi:
dağıtma, paylaştırma.
tezyin edilme:
süslenme.
vahdet-i hakikî:
Allah’ın ger-
çek anlamda tek oluşu.
vaziyet:
durum, hâl.
vücut:
varlık.
zeval bulma:
sona erme, yok
olma.
ziynet:
süs, bezek.
ziynetli:
süslü, bezenmiş.
1.
Temsilde hata olmaz.
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 154 | Lem’aLar