için değiştirir; her şeyde ve her kanunda irade ve ihti-
yârının hükmettiğini gösterir. Harikulâde bazı fertlerde
hark-ı âdât eder.
(1)
n
?n
O'
G p
?n
ãn
ªn
c $G n
ór
æp
Y ?'
ù«/
Y n
?n
ãn
e s
¿p
G
ferma-
nıyla bu hakikati gösterir.
ömer efendinin o doktora dair ikinci suali:
o doktor, o meselede o kadar eblehâne hareket edi-
yor ki, sözlerini dinlemek yahut ehemmiyet verip cevap
vermekten çok aşağıdır. Bu bîçare, küfür ve iman ortası-
nı bulmak istiyor. onun ehemmiyetsiz bahsine karşı de-
ğil, belki yalnız ömer efendinin istifsarına göre derim:
Me’murat ve menhiyat-ı şer’iyede illet, emr-i İlâhîdir ve
nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtir-
ler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında
sebep olabilir.
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın
kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet,
meşakkattir. sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz
kasredilir. sefer olmasa, hanesinde yüz meşakkat görse,
yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazen
seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfi-
dir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer’iyeye binaen, ahkâm-ı şer’iye hik-
metlere göre tagayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar. Me-
selâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği
zarardan, hastalıktan başka, “Hınzır eti yiyen bir cihette
ahkâm-ı şer’iye:
şeriatın, dinin hü-
küm ve emirleri.
bahis:
konuşulan şey, mevzu.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-dayanarak.
cihet:
yön, taraf.
dair:
alâkalı, ilgili.
eblehâne:
akılsızcasına, budalaca.
ehemmiyet:
önem.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
fermanıyla:
emriyle, buyurmasıy-
la.
fert:
tek, şahıs, kişi.
filcümle:
özetle; hepsinde, bütü-
nüyle.
hakikî:
gerçek.
hane:
ev.
harikulâde:
fevkalâde, olağanüs-
tü.
hark-ı âdât:
âdetleri ve kanunları
devre dışı bırakarak var etme.
hikmet:
İlâhî gaye; gizli sebep, bir
faydaya yönelik olarak tam yerli
yerinde oluş.
hınzır:
domuz.
hükmetme:
hâkimiyeti altına al-
ma, emretme.
ihtiyar:
tercih, irade.
illet:
esas sebep, gaye.
iman:
inanma, itikat, İslâm’ın ge-
rekli olan esaslarına iman etmek.
irade:
dileme, tercih.
ism-i Hakîm:
Hakîm ismi, Ce-
nab-ı Hakkın hikmetle, fayda-
ları gözeterek iş gören mana-
sındaki ismi.
istifsar:
ifade isteme, sorup
anlama.
kâfi:
yeterli.
kaide-i şer’iye:
şer’i kaide, İs-
lâmiyetin ortaya koyduğu ku-
ral.
kasır:
kasretme; kısaltma.
kasretme:
kısaltma.
kasr-ı namaz:
namazın kısal-
tılması.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
maslahat:
fayda, maksat, ga-
ye.
me’murat ve menhiyat-ı
şer’iye:
dinin yapılmasını em-
rettiği ve yasakladığı şeyler.
menhiyat-ı şer’iye:
İslâmiye-
tin yapılmasını yasakladığı
şeyler.
meselâ:
örnek olarak.
mesele:
önemli konu.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı.
müreccih:
tercih ettiren se-
bep, üstün tutan.
nehiy:
yasaklama, menetme.
nehy-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
men etmesi.
sual:
soru.
taallûk:
ilgili ve bağlantılı ol-
ma.
tagayyür etmek:
değişmek,
başkalaşmak.
1.
Allah katında İsa’nın hâli Âdem’in yaratılışı gibidir. (Âl-i İmran Suresi: 59.)
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 150 | Lem’aLar