sayıp, lika ve visali daimî zannederek
(1)
n
ƒ o
g s
’ p
G n
Oƒ o
L r
ƒn
e n
’
diye, aşkın sekriyle ve o şevk-i beka ve lika ve visalin muk-
tezasıyla, gayet zevkli bir meşreb-i hâli vahdetülvücutta
bulunduğunu tasavvur ederek, müthiş firaklardan kurtul-
mak için, o vahdetülvücut meselesini melce ittihaz etmiş-
ler.
demek, birinci sebebin menşei, aklın gayet geniş ve
gayet yüksek olan bazı hakaik-ı imaniyeye yetişmediğin-
den ve ihata edemediğinden ve aklın iman noktasında ta-
mamıyla inkişaf etmediğindendir; ikinci sebebin menşei,
kalbin aşk noktasında fevkalâde inkişafından ve harikulâ-
de inbisatından ve genişliğinden ileri gelmiştir.
Amma sarahat-i kur’âniye ile veraset-i nübüvvetin ev-
liya-i azîmesi ve ehl-i sahv olan asfiyanın gördükleri mer-
tebe-i uzma-i tevhid ise, hem çok yüksektir, hem rububi-
yet ve hallâkıyet-i İlâhiyenin mertebe-i uzmasını, hem bü-
tün esma-i İlâhiyenin hakikî olduklarını ifade ediyor. Ve
esasatı muhafaza edip, ahkâm-ı rububiyetin muvazenesi-
ni bozmuyor. Çünkü derler:
Cenab-ı Hakkın ehadiyet-i zatiyesiyle ve mekândan
münezzehiyetiyle beraber, her şey bütün şuunatıyla, doğ-
rudan doğruya ilmiyle ihata ve teşhis edilmiş ve iradesiy-
le tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle ispat ve icat edil-
miştir. Bütün kâinatı bir tek mevcut gibi icat ve tedbir edi-
yor. Bir çiçeği kolaylıkla halk ettiği gibi, koca baharı da-
hi o sühuletle halk eder. Bir şey bir şeye mâni olmaz.
Lem’aLar | 153 |
d
okuzuncu
l
em
’
a
çok güzel, şaşırtıcı.
icat etme:
yaratma, vücuda ge-
tirme, yoktan var etme.
ihata etme:
içine alma, kuşatma,
bütünüyle kavrama.
ihata:
içine alma, kapsama.
inbisat:
genişleme, yayılma.
inkişaf:
açılma, gelişme.
irade:
dileme, isteme.
iştiyak:
çok arzu ve istek.
ittihaz etme:
kabul etme, edin-
me.
kâinat:
yaratılmış bütün âlemler,
varlıklar, evren.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kurbiyet:
yakınlık.
lika:
buluşma, görüşme kavuş-
mak.
melce:
sığınılacak yer, dayanak.
menşe:
bir şeyin çıktığı yer, kay-
nak.
mertebe-i uzma:
en büyük mer-
tebe, derece.
mertebe-i uzma-i tevhid:
tevhid
hakikatlerine ulaşmak için varıla-
cak olan en büyük derece.
meşreb-i hâl:
manevî haz ve fe-
yiz almayı hedef kabul eden ta-
savvufî bir yöntem.
muhafaza etme:
koruma, sakla-
ma.
mukteza:
gereken, lâzım gelen.
muvazene:
denklik, denge, ölçü.
münezzehiyet:
kusur ve eksiklik-
lerden arınmış ve yüce olma.
rububiyet:
Rablık, Allah’ın bütün
varlık âlemlerini kuşatan egemen-
liği, yaratıcılığı, tedbir, idare ve ter-
biye ediciliği.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık.
sarahat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın açık
bir şekilde ortaya koyduğu hü-
kümler.
sekir:
manevî sarhoşluk.
sühulet :
kolaylık.
şevk-i beka:
sonsuzluk, ebediyet
arzusu.
şuunat:
olaylar, işler, hâller, özel-
likler.
tahsis:
özel olarak belirleme.
tasavvur etme:
bir şeyi düşün-
me, hayal etme.
tedbir etme:
idare etme, yönet-
me, çekip çevirme.
tercih:
seçme, irade.
teşhis:
suret ve şekillendirme.
vahdetülvücut:
vücudun birliği,
varlığın bir ve tek olduğu düşün-
cesi; her şeyin bir olan Allah’ın de-
ğişik görünüşleri olduğuna inan-
ma temeline dayanan tasavvufî
görüş.
veraset-i Nübüvvet:
Peygambe-
rimizin vârisi durumunda olan, bü-
yük velîlerin yolu.
visal:
kavuşma.
zeval:
sona erme, yok olma.
ahkâm-ı rububiyet:
rububi-
yet hükümleri; Allah’ın, mah-
lûkatı terbiye, sevk ve idare
ediciliği ile ilgili emirleri.
akrebiyet-i İlâhiye:
Allah’ın
kula olan yakınlığı.
asfiya:
Peygamberimin (asm)
vârisi yerinde, onun yolundan
giden ilim ve takva sahibi âlim
şahıslar.
bu’diyet:
uzaklık.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi, şeref ve azamet sahibi
olan Allah.
cilve:
tecelli, görüntü.
ehadiyet-i zatiye:
Allah’ın za-
tına ait birlik, her şeyde Al-
lah’ın birliğinin tecellisi ve her
şeyin dizgininin Cenab-ı Hak-
kın kudret elinde oluşu.
ehl-i sahv:
uyanık, aklı başın-
da iken, hakikatlere görerek
ulaşan Allah dostları.
esasat:
asıllar, temeller.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
evliya-i azîme:
büyük velîler.
firak:
ayrılık.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
halk etme:
yaratma.
hallâkıyet-i İlâhiye:
Allah’ın
kendi zatına ait yaratıcılık.
harikulâde:
eşi görülmemiş,
1.
Allah’tan başka mevcut yoktur.