derece sabittir. Çendan o vücut, vücud-i Vacib’e nispe-
ten vehmî ve hayalî hükmünde zayıftır; fakat, kadîr-i eze-
lî’nin icat ve irade ve kudretiyle vardır.
nasıl ki, temsilde âyine içindeki güneşin hakikî vücud-i
haricîsinden başka bir vücud-i misalîsi var; ve âyineyi ziy-
netli boyalayan münbasit aksinin dahi arazî ve ayrı bir vü-
cud-i haricîsi var; ve âyinenin arkasındaki fotoğrafın re-
sim kâğıdına intikaş eden suret-i şemsiyenin dahi ayrı ve
arazî bir vücud-i haricîsi vardır, hem bir derece sabit bir
vücuttur. öyle de, kâinat âyinesinde ve mahiyat-ı eşya
âyinelerinde esma-i kudsiye-i İlâhiyenin irade ve ihtiyâr
ve kudret ile hâsıl olan cilveleriyle tezahür eden nukuş-i
masnuatın, vücud-i Vacib’den ayrı hâdis bir vücudu var.
Hem o vücuda kudret-i ezeliye ile sebat verilmiş. Fakat
eğer irtibat kesilse, bütün eşya birden fenâya gider. Be-
ka-i vücut için her an, her şey, Hâlık’ının ibkasına muh-
taçtır. Çendan
(1)
l
án
àp
HÉn
K p
ABÉ`n
«`r
°Tn
’r
G o
?p
FÉn
?n
M
’dür; fakat onun is-
pat ve tespitiyle sabittir.
İşte, Hazret-i Muhyiddin, “ruh mahlûk değil, âlem-i
emirden ve sıfat-ı iradeden gelmiş bir hakikattir” demesi,
çok nusûsun zahirine muhalif olduğu gibi; mezkûr tahki-
kata binaen iltibas etmiş, aldanmış, zayıf vücutları görme-
miş.
esma-i İlâhiyeden
Hallâk, Rezzak
gibi çok isimlerin
mazharları vehmî ve hayalî şeyler olamaz. Madem o es-
ma hakikatlidirler; elbette mazharlarının da hakikat-i ha-
riciyeleri vardır.
akis:
yansıma, görüntü.
âlem-i emir:
Cenab-ı Hakkın de-
ğişmeyen sabit hakikatler şeklin-
de devam eden kanunları âlemi.
arazî:
kendi başına var olmayan
varlığı bir cevhere bağlı olan.
Beka-i vücut:
varlığın ebedîliği,
sonsuzluğu.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
cilve:
görüntü, yansıma.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
esma:
isimler.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
esma-i kudsiye-i İlâhiye:
Allah’ın
mukaddes güzel isimleri.
fenâ:
yokluk.
hâdis:
sonradan olan şey, yaratı-
lan.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i hariciye:
dışa yansıyan
gerçeklik.
hakikî:
asıl, gerçek.
Hâlık:
her şeyi yoktan var eden
yaratıcı, Allah.
Hallâk:
sürekli olarak yaratan, her
şeyi halk eden, Allah.
hâsıl olan:
meydana gelen, orta-
ya çıkan.
hayalî:
gerçek olmayan, hayal ile
ilgili.
hükmünde:
değerinde.
ibka:
bâkîleştirme, devamlı ve ka-
lıcı hale getirme.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihtiyar:
tercih, irade.
iltibas:
birbirine benzeyen şeyleri
karıştırma.
intikaş:
nakışlanma, nakışlı olma.
irade:
dileme, isteme.
irtibat:
bağ, ilgi, münasebet.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
Kadîr-i ezelî:
her şeye gücü ye-
ten, varlığının öncesi olmayan, Al-
lah.
kudret:
kuvvet, iktidar.
Kudret-i ezelî:
Allah’ın ezelî kud-
reti, başlangıcı olmayan kuvveti.
mahiyat-ı eşya:
eşyanın aslı, esa-
sı, iç yüzü.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış varlık, yaratık.
mazhar:
yansıma ve görünme ye-
ri.
mezkûr:
adı geçen, anılan.
muhalif:
karşıt, zıt, ters.
münbasit:
yayılan, genişleyen.
nispet:
kıyas, ölçü.
nukuş-i masnuat:
sanatla yapıl-
mış mahlûkların nakışları.
nusûs:
Kur’ân-ı Kerîm ve ha-
disin açık hükümleri.
rezzak:
bütün yaratılmışların
rızkını veren ve ihtiyaçlarını
karşılayan Allah.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
sebat:
sabit durma, kalıcı ol-
ma.
sıfat-ı irade:
Cenab-ı Hakkın
emir ve iradesini bildiren, gös-
teren tercih ve seçme özelliği.
suret-i şemsiye:
güneşin su-
reti, görüntüsü.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
temsil:
benzetme, misal.
tespit:
sağlam şekilde yerleş-
tirme, sabitleştirme.
tezahür:
ortaya çıkma, görün-
me.
vehmî:
gerçekte olmayıp fa-
kat sanılan kuruntu.
vücud-i haricî:
vücudu ve var-
lığı ortaya çıkan, bilinen.
vücud-i misalî:
yansımaya da-
yalı varlık.
vücud-i Vacip:
varlığı zorunlu
olan, var olmak için hiç bir se-
bebe ihtiyacı bulunmayan Al-
lah’ın varlığı.
vücut:
varlık.
zahir:
açık, görünen, anlaşılan.
ziynet:
süs.
1.
Eşyanın hakikati sabittir.
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 146 | Lem’aLar