evet, risale-i nur’a hücum edenler, vaktiyle kefenini
boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve manevî ce-
henneme dünyada girmeyi göze almalı.
Hem o musibet hâdisesinden iki gün evvel, risale-i nur
Şakirtlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meşgul ol-
mayan biri rüyada görüyor ki: Isparta’nın altındaki ovada
çok ormanlar bulunuyor. kuvvetli bir sel geliyor, bu or-
manın çok ağaçlarını deviriyor. Birden bire bir zelzele-i
arz oluyor, risale-i nur naşiri, elbisesiyle heybetli bir su-
rette yer yarılıp çıkıyor.
(HaşİYe)
o da korkusundan uyanı-
yor. İki gün sonra risale-i nur’u tatil ve manen toprağa
defnetmek niyetiyle küre-i arzı titretecek derecede bir ha-
ta ile risale-i nur’un eczalarını evrak-ı muzırra nev’inden
taharri edip, toplayıp merkez-i hükümete, tâ dahiliye Ve-
kâletine gönderir. Hiçbir daire kanunca mucib-i muahe-
ze ve mes’uliyet bir şey risale-i nur’da bulamadığından,
o manevî zelzele içinde öldürdük, defnettik zannettikleri
risale-i nur, dirilip, yer yarılıp meydana çıktığı gibi; yine
o rüya işaret ediyor ki, bir zelzele-i azîme ve bir sel için-
de risale-i nur bu vatan ve millete bir halâskâr, bir mün-
ci suretinde musibetzedelerin imdadına yetişecek.
Risale-i Nur Şakirtlerinden (Yıldırım) Süleyman Rüştü
• • •
Lem’aLar | 137 |
S
ekizinci
l
em
’
a
reden.
nev:
çeşit, tür.
niyet:
kalbin bir şeye karar ver-
mesi.
rezalet:
rezillik, alçaklık.
suret:
biçim, görünüş.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabir etmek:
açıklamak, yorum-
lamak.
taharri:
araştırma, inceleme.
tatil:
çalışmaya ara verme.
zan:
sanma.
zelzele:
deprem.
zelzele-i arz:
yer sarsıntısı.
zelzele-i azîme:
büyük sarsıntı,
deprem.
HaşİYe:
demek bu geçen seneki zelzele, yani İzmir zelzelesi, risale-i
nur'un dirilmesine ve meydana çıkmasına bir emaredir ve o rüyayı ta-
bir ediyor. evet, o zelzeleden evvel risale-i nur defnolunmuş gibi ga-
yet gizli perde altında intişar ediyordu. zelzele başladıktan sonra eski
elbise-i fâhiresiyle meydan-ı zuhura ve intişara çıktı.
Dahiliye Vekâleti:
İç işleri Ba-
kanlığı.
defnetmek:
gömmek, gömül-
mek.
ecza:
cüzler, parçalar.
elbise-ı fahire:
kendisiyle övü-
nülen süslü, gösterişli elbise.
emare:
belirti, iz.
evrak-ı muzırra:
zararlı evrak,
kâğıtlar.
hâdise:
olay.
halâskâr:
kurtarıcı.
haşiye:
dipnot.
heybetli:
görünüşü korku ve
sevgi uyandıran, büyüklük.
intişar etmek:
yayılmak, da-
ğılmak.
kefeni boynuna takmak:
her
an ölümü gözlemek.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
manen:
mana bakımından,
manevî yönden.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan, ruhî.
merkez-i hükûmet:
hükümet
merkezi.
mes’uliyet:
sorumluluk.
meydan-ı zuhur:
görünen
meydan, alan.
mucib-i muaheze:
sorgula-
mayı gerektiren sebep.
musibet:
felâket, belâ.
musibetzede:
musibete uğra-
yan.
münci:
necat verici, kurtarıcı.
naşir:
kitap yazan, yayan, neş-