ÜçüncüSualiniz:
İlm-i cifre anahtar olacak bir ders is-
tiyorsunuz.
Elcevap:
Biz kendi arzu ve tedbirimizle bu hizmette
bulunmuyoruz. İhtiyârımızın fevkinde, bize, daha hayırlı
bir ihtiyâr, işimize hâkimdir.
İlm-i cifir, meraklı ve zevkli
bir meşgale olduğundan, vazife-i hakikiyeden alıkoyup
meşgul ediyor
. Hatta, kaç defadır esrar-ı kur’âniyeye kar-
şı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu; kemal-i iştiyak ve
zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda
iki hikmet buldum:
Birisi
,
(1)
*G s
’p
G n
Ör
«n
¨r
dG o
ºn
?r
©n
j n
’
yasağına karşı hilâf-ı edep-
te bulunmak ihtimali var.
İkincisi
, hakaik-ı esasiye-i imaniye ve kur’âniyenin be-
rahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i
cifir gibi ulûm-i hafiyenin yüz derece daha fevkinde bir
meziyet ve kıymeti vardır. Bu vazife-i kudsiyede kat’î hüc-
cetler ve muhkem deliller suiistimale meydan vermiyor-
lar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan
ulûm-i hafiyede suiistimal girip şarlatanların istifade etme-
leri ihtimalidir. zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit ih-
tiyaç görülse, ihtiyaca göre bir nebze ihsan edilir.
İşte, ilm-i cifrin anahtarları içinde en kolayı ve belki en
safîsi ve belki en güzeli, ism-i
Bedî’
den gelen ve kur’ân’da
lâfza-i Celâlde cilvesini gösteren ve bizim neşrettiğimiz
âsârı ziynetlendiren tevafukun envalarıdır. keramet-i gav-
siyenin birkaç yerinde bir nebze gösterilmiş.
Lem’aLar | 147 |
d
okuzuncu
l
em
’
a
ihtimal:
bir şeyin olabilmesi du-
rumu, olabilirlilik.
ihtimal:
bir şeyin olabilmesi du-
rumu, olabilirlilik.
ihtiyar:
istek, tercih; buyruk.
ilm-i cifir:
harflerin sayı değerle-
rinden mana çıkararak elde edi-
len ilim.
ism-i Bedî:
Allah’ın varlıkları eşsiz
ve benzersiz olarak yarattığını ifa-
de eden ismi.
istifade etme:
faydalanma.
kaide:
esas, temel prensip.
kat’î:
kesin.
kemal-i iştiyak:
tam bir istek ve
arzu.
Keramet-i Gavsiye:
Seyyid Abdül-
kadir Geylânî’nin kerameti.
kıymet:
değer.
Lâfza-i Celâl:
Allah lâfzı, Allah ke-
limesi.
merbut:
bağlı.
meşgale:
iş, uğraş.
meziyet:
değerli, üstün özellik.
muhkem:
sağlam.
muktebes:
iktibas edilen, alıntı.
müteveccih olmak:
yönelmek.
nebze:
bir parça.
neşretme:
yayma.
safî:
saf, arınmış, temiz olan.
sır:
gizli hakikat.
sual:
soru.
su-i istimal:
bir şeyi kötüye kul-
lanma.
şarlatan:
yalancı.
tedbir:
önlem; önceden düşüne-
rek, hazırlıklı bir biçimde.
tevafuk:
uygunluk.
ulûm-i hafiye:
gizli ilimler.
vakit:
zaman.
vazife-i hakikîye:
asıl vazife, esas
görev.
vazife-i kudsiye:
kutsal vazife.
ziynet:
süs.
âsâr:
eserler, kitaplar.
ayet:
Kur’ân‘ın her bir cümle-
si.
berahin-i kat’iye:
kat’î bür-
hanlar, kesin deliller.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmi.
cilve:
tecelli, görüntü, yansı-
ma.
delil:
insanı aradığı gerçeğe
ulaştıran iz, kanıt.
enva:
çeşitler, türler.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
sırları.
fevkinde:
üstünde.
gayb:
görünmeyen, fakat var-
lığı kesin olan ve iç yüzü Allah
tarafından bilinen başka âlem-
ler.
hakaik-ı esasiye-i imaniye ve
Kur’âniye:
iman ve Kur’ân
esaslarının hakikati, doğrulu-
ğu.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkim:
hükmeden, sözünü
geçiren, egemen.
hikmet:
gaye, gizli nokta; yerli
yerinde ve faydalı oluş..
hilâf-ı edep:
edep dışı, inceli-
ğe aykırı.
hüccet:
delil, tanıtan şahit.
ihsan:
bağış, ikram etme, lü-
tuf.
1.
Gaybı Allah’tan başkası bilemez (Neml Suresi 65. ayetten muktebes.)