ezcümle, tevafuk bir kaç cihette bir şeyi gösterse, de-
lâlet derecesinde bir işarettir. Bazen bir tek tevafuk, bazı
karâinle delâlet hükmüne geçer. Her ne ise, şimdilik bu
kadar yeter. Ciddî ihtiyaç olsa size bildirilecektir.
DördüncüSualiniz:
Yani sizin değil, İmam ömer
efendinin suali ki, bedbaht bir doktor, Hazret-i İsa Aley-
hisselâmın pederi varmış diye,
(HaşİYe)
divanecesine bir te-
vil ile bir ayetten kendine güya şahit gösteriyor...
o bîçare adam bir zaman huruf-i mukattaa ile bir hat
icadına çalışıyordu. Hem pek çok hararetli çalışıyordu. o
vakit anladım ki, o adam zındıkların tavrından hissetmiş
ki, hurufat-ı İslâmiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecek-
ler. o adam güya o sele karşı, hizmet edeceğim diye, çok
beyhude çalışmış. Şimdi bu meselede ve hem ikinci me-
selesinde yine zındıkların esasat-ı İslâmiyeye karşı müthiş
hücumunu hissetmiş ki, böyle manasız tevilât ile bir mu-
salâha yolunu açmak istediğini zannediyorum.
(1)
n
?n
O'
G p
?n
ãn
ªn
c $G n
ór
æp
Y ? '
ù«/
Y n
?n
ãn
e s
¿p
G
gibi nusûs-i kat’iye ile
HaşİYe:
nev-i beşerin bir rub'unun başına reis olarak geçen ve nev-i be-
şerden nev-i melâikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semava-
tı vatan ittihaz eden harika bir ferd-i insanın bu harika vaziyetleri ka-
nun-i tenasülün harika bir suretini iktiza ederken, kanun-i tenasülün
şüpheli, meçhul, gayr-i fıtrî, belki edna bir tarzıyla o kanun içine almak,
hiç yakışmadığı gibi, hiç mecburiyet de yoktur. Hem, sarahat-i kur'âni-
ye tevil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanun-i tenasülün tamiri he-
sabına, hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenasülün haricinde bulunan
kanun-i cinsiyet-i melek, hem kanun-i sarahat-i kur'âniye gibi kuvvetli
kanunlar nasıl tahrip edilir?
aleyhisselâm:
ona selâm olsun.
arz:
yeryüzü.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
beyhude:
boşuna.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ciddî:
önemli, gerçek olarak.
cihet:
yön, taraf.
delâlet:
delil olma, işaret etme.
derece:
mertebe.
divane:
deli.
edna:
çok aşağı, en alt düzeyde.
esasat-ı İslâmiye:
İslâm esasları,
asıllar.
ezcümle:
bu cümleden olarak,
özetle.
ferd-i insan:
insanlardan tek bir
şahıs.
gayr-i fıtrî:
yaratılıştan olmayan.
güya:
sanki.
hararetli:
coşkun, ateşli, canlı.
haşiye:
dipnot.
hat:
yazı.
hurufat-ı İslâmiye:
İslâm harfleri.
huruf-i mukattaa:
sure başların-
da bulunan ve birer İlâhî şifre ma-
hiyetini taşıyan harfler( Yâ Sin, Elif
Lam Mim. vb).
hücum:
saldırı.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek.
icadına çalışmak:
meydana getir-
meye çalışmak.
iktiza etmek:
gerektirmek, icap
etmek.
intikal eden:
bir yerden başka bir
yere ulaşan.
kanun-i cinsiyet-i melek:
melek-
lerin cinsiyet kanunu.
kanun-i sarahat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’daki açıkça belirtilen ka-
nun, hüküm.
kanun-i tenasül:
üreme kanunu.
karain:
karineler, ip uçları.
manasız:
anlamsız.
meçhul:
bilinmeyen.
mesele:
konu.
musalâha:
barışma, uzlaşma.
müthiş:
korkunç, dehşetli.
nev-i beşer:
insanoğlu.
nev-i melâike:
melek türleri.
nusûs-i kat’iye:
kesin naslar,
Kur’ân’ın hükmü ve emri ke-
sin olan ayetleri.
peder:
baba.
reis:
baş, başkan, manevî li-
der.
rub’u:
dörtte biri.
sarahat-ı Kur’âniye:
Kur’ân
ayetlerinin açık olan ifadeleri.
semavat:
gökler.
sual:
soru.
suret:
şekil, biçim, görünüş.
tahrip etmek:
bozmak, yık-
mak.
tenasül:
üreme, çoğalma.
teşebbüs etmek:
başvurmak,
girişmek.
tevafuk:
uygunluk.
tevil:
yorumlama, yorum.
tevilât:
teviller, yorumlar.
vakit:
zaman.
vatan ittihaz etmek:
yurt
edinmek, mekân tutmak.
vaziyetler:
durumlar, hâller.
zannetme:
sanma, düşünme.
zedelenme:
ezilme, zarar gör-
me.
zındık:
Allah’ı inkâr eden,
imansız.
1.
Allah katında İsa’nın hâli Âdem’in yaratılışı gibidir. (Âl-i İmran Suresi: 59.)
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 148 | Lem’aLar