‘Cenab-ı Hak bana kâfidir. Madem o var, her şey var.
Ve o hâlde, o gidenler ademe gitmediler; onun başka
memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm
sahibi, nihayetsiz cünud ve askerinden, başkalarını gön-
derir. Ve mezaristana girenler mahvolmadılar; başka âle-
me gidiyorlar. onların bedeline başka vazifedarları gön-
derir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarik-ı hakkı takip ede-
cek mutî kullarını gönderebilir. Madem öyledir; o her şe-
ye bedeldir. Bütün eşya, bir tek teveccühüne bedel ola-
maz’” der.
İşte, şu mana-i işarî vasıtasıyla, bana dehşet veren üç
müthiş cenaze, başka şekil aldılar. Yani, hem
Hakîm
,
hem
Rahîm
, hem
Âdil
, hem
Kadîr
bir zat-ı zülcelâl’in
taht-ı tedbir ve rububiyetinde ve hikmet ve rahmeti için-
de hikmetnüma bir seyeran, ibretnüma bir cevelân, vazi-
fedarâne bir seyahat suretinde bir seyrüseferdir, bir ter-
his ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanıyor, gidiyor, ge-
liyor.
BeşinciNükte
(1)
*G o
ºo
µ`r
Ñp
Ñr
ëo
j /
ʃo
©p
Ñs
JÉn
a %G n
¿ƒt
Ñp
ëo
J r
ºo
à`r
æ`o
c r
¿p
G r
?o
b
ayet-i azîme-
si, ittiba-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek
kat’î bir surette ilân ediyor. evet, şu ayet-i kerîme, kıya-
sat-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnaî kısmının en kuvvetli
ve kat’î bir kıyasıdır. Şöyle ki:
nasıl mantıkça kıyas-ı istisnaî misali olarak deniliyor:
“eğer güneş çıksa, gündüz olacak.” Müspet netice için
denilir: “güneş çıktı. öyle ise netice veriyor ki, şimdi gün-
adem:
yokluk.
Âdil:
haklıyı haksızdan ayıran Al-
lah.
âlem:
cihan.
arş-ı azîm:
Cenab-ı Hakkın kud-
ret ve saltanatının büyük dairesi.
ayet-i azîme:
büyük ve azametli
ayet.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
bedel:
karşılık.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cenaze:
ölü.
cevelân:
dolanma, gezinme.
cünud:
askerler.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
Hâkim:
her şeye hükmeden, her
şeye galip olan Allah.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
hikmetnüma:
hikmetli, hikmet
gösteren.
ibretnüma:
ibret gösteren, ibretli.
ittiba-ı sünnet:
Peygamberimizin
(asm) sünnetine uyma.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
kâfi:
yeter.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin.
kıyas:
iki doğru hükümden üçün-
cü bir hüküm çıkarma.
kıyasat-ı mantıkıye:
mantık öl-
çüleri.
kıyas-ı istisnaî:
neticesi veya ter-
si bizzat kendi içerisinde zikredi-
len kıyas şekli.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk.
lâzım:
gerekli.
mahv:
yok olma, ortadan kalkma.
mana-i işarî:
işaretlerle ifade edi-
len mana.
mezaristan:
mezarlık.
misal:
örnek.
mutî:
itaat eden, uyan.
mühim:
önemli.
müspet:
olumlu.
müthiş:
dehşetli.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
nükte:
ince söz ve mana.
rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah.
rahmet:
merhamet etme,
esirgeme, şefkat gösterme.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın
terbiye, tedbir ve malikiyeti ve
besleyiciliği durumu.
seyeran:
bakıp seyretme, te-
maşa.
seyrüsefer:
bir hedefe doğru
gidiş.
suret:
biçim, tarz.
taht-ı tedbir:
yönetimi, idare-
si altında.
tarik-ı hak:
hak ve hakikat
yolu.
tavzif:
vazifelendirme.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
teveccüh:
hoşlanma, güler
yüz gösterme, iltifat etme.
vasıta:
aracı.
vazifedar:
vazifeli.
vazifedarâne:
vazifeli olarak.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi zat, Allah.
1.
De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmran Suresi: 31.)
o
n
B
irinci
l
em
’
a
| 178 | Lem’aLar