ve arzın cünudu taht-ı emrinde olan, Arş-ı Azîm-i Muhi-
tin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden zat-ı zülcelâl
sana kâfidir. Hakikî mutî taifeleri senin etrafında toplattı-
rır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul et-
tirir!”
evet,
şeriat-ı Muhammediye ve sünnet-i Ahmediyede
hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunma-
sın.
Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia
ediyorum ve bu davanın ispatına da hazırım. Hem şimdi-
ye kadar yazılan yetmiş seksen risale-i nuriye, sünnet-i
Ahmediyenin ve şeriat-ı Muhammediyenin (
AsM
) mesele-
leri ne kadar hikmetli ve hakikatli olduğuna yetmiş sek-
sen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir. eğer bu mevzua da-
ir iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale,
o hikmetleri bitiremeyecek.
Hem ben şahsımda bilmüşahede ve zevken, belki bin
tecrübatım var ki, mesail-i şeriatla sünnet-i seniye düstur-
ları, emraz-ı ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, husu-
san emraz-ı içtimaiyede gayet nafi birer devadır bildiğimi
ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler tuta-
madığını, bilmüşahede kendim hissettiğimi ve başkaları-
na da bir derece risalelerde ihsas ettiğimi ilân ediyorum.
Bu davamda tereddüt edenler, risale-i nur eczalarına mü-
racaat edip baksınlar.
İşte böyle bir zatın sünnet-i seniyesine elden geldiği ka-
dar ittibaa çalışmak ne kadar kârlı ve hayat-ı ebediye için
ne kadar saadetli ve hayat-ı dünyeviye için ne kadar men-
faatli olduğu kıyas edilsin.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahkâm:
emirler, hükümler.
arş-ı azîm-i muhit:
Cenab-ı Al-
lah’ın izzet, kudret ve saltanatının
geniş dairesi, makamı.
arz:
yer, dünya.
bilmüşahede:
görerek, bizzat şa-
hit olarak.
bilmüşahede:
görerek, bizzat şa-
hit olarak.
cünud:
askerler.
dair:
alâkalı.
dava:
takip edilen fikir, ülkü, id-
dia.
deva:
ilâç, çare.
düstur:
kaide, prensip.
ecza:
cüzler, kısımlar.
emraz-ı içtimaiye:
sosyal hasta-
lıklar.
emraz-ı ruhaniye ve akliye:
ruh
ve akıl hastalıkları.
felsefî:
felsefe ile ilgili.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, asıl.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
o
n
B
irinci
l
em
’
a
| 184 | Lem’aLar
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
hususan:
özellikle.
hükmeden:
hâkim olan.
hükmüne:
değerine.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma.
ihsas:
hissettirme.
iktidar:
kuvvet, kabiliyet.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
kâfi:
yeter.
kıyas:
karşılaştırma.
kusur:
eksiklik, noksan.
menfaat:
fayda.
mesail-i şeriat:
şeriatın me-
seleleri, kaideleri.
mesele:
problem, önemli ko-
nu.
mevzu:
konu.
mutî:
itaat eden, uyan.
müracaat:
başvurma.
müteaddit:
birçok.
nafi:
faydalı.
saadet:
mutluluk.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı
terbiye ve idare edici olan Al-
lah’ın saltanatı.
Sünnet-i Seniyye:
Hz. Mu-
hammed’in (asm) yüksek hâl,
söz, tavır ve tasvipleri.
şahid-i sadık:
doğru sözlü şa-
hit.
Şeriat-ı muhammediye:
Hz.
Muhammed’in Allah’tan getir-
diği İslâm dini.
taht-ı emir:
emir ve idare al-
tında.
taife:
takım, güruh.
tecrübat:
tecrübeler.
tereddüt:
kararsızlık.
zat:
kişi, şahıs.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi zat, Allah.