her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine
emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasını mel-
ce ve tahassungâh gösteriyor ve
(1)
r
òp
©n
à°r
SÉn
a
emriyle
(2)
p
º«/
Ls
ôdG p
¿Én
£r
«s
°ûdG n
øp
e $Ép
H o
Pƒo
Yn
G
kelimesini siper yapıyor.
aLtıNCı İŞaret
Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas
ve safîkalb insanlara, tahayyül-i küfrîyi tasdik-i küfürle il-
tibas ettiriyor. tasavvur-i dalâleti, dalâletin tasdiki sure-
tinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh şey-
ler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor.
Ve imkân-ı zatîyi imkân-ı aklî şeklinde gösterip, imanda-
ki yakînine münafi bir şek tarzını veriyor. Ve o vakit o bî-
çare hassas adam, kendini dalâlet ve küfür içine düştüğü-
nü tevehhüm edip imandaki yakîninin zail olduğunu zan-
neder, ye’se düşer, o yeisle şeytana maskara olur. Şey-
tan hem ye’sini, hem o zayıf damarını, hem o iltibasını
çok işlettirir; ya divane olur, yahut “Her çi bad âbâd” der,
dalâlete gider.
Şeytanın bu desisesinin mahiyeti ne kadar esassız ol-
duğunu, bazı risalelerde beyan ettiğimiz gibi, burada ic-
malen bahsedeceğiz. Şöyle ki:
nasıl ki âyinede yılanın sureti ısırmaz ve ateşin misali
yandırmaz ve murdarın aksi telvis etmez; öyle de, hayal
veya fikir âyinesinde küfriyatın ve şirkin akisleri ve dalâ-
letin gölgeleri ve şetimli çirkin sözlerin hayalleri itikadı
akis:
yansıma.
bahsetme:
bir konu hakkında ko-
nuşma, anlatma.
beyan:
anlatma, açıklamak.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dalâlet:
doğru yoldan, iman ve İs-
lâmiyetten çıkmak.
desise:
hile, aldatmaca.
divane:
deli.
esassız:
asılsız, temelsiz.
gayet:
son derece, çok.
hassas:
duyarlı, alıngan, kolay ve
çabuk etkilenen.
hatıra:
hatıra gelen şey.
her-çibâd-âbâd:
‘Battı balık yan
gider,’ ‘Her ne olursa olsun fark
etmez’ manasında kullanılan bir
deyim.
icmalen:
kısaca, özet olarak.
ihata etmek:
kuşatmak, sarmak.
iltibas ettirmek:
birbirine karış-
tırtmak.
iltibas:
birbirine karıştırma.
iman:
inanma, inanç, itikat.
imkân-ı aklî:
aklen mümkün ve
olabilir olma.
imkân-ı zatî:
bir şeyin aslında
mümkün ve olabilir olması.
itikat:
inanç.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
küfriyat:
kâfirliğe, küfre sebep
olan işler, sözler.
küfür:
inançsızlık, dinsizlik.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati, iç yüzü.
maskara olmak:
herkesi kendine
güldürmek.
melce:
sığınılacak yer.
misal:
görüntü, yansıma.
mukaddes:
kutsal, yüce.
murdar:
pis, kirli, iğrenç şey.
mübarek:
bereketli, hayırlı, uğur-
lu.
münafi:
zıt, aykırı.
münezzeh:
temiz, kusur ve eksik-
likten uzak.
rahmet-i vâsia:
Allah’ın bütün ya-
ratılmışları içine alan geniş rahme-
ti.
safi kalb:
kalbi temiz.
siper:
koruyucu engel, kalkan.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
şekil, biçim, görünüş, gö-
rüntü.
şek:
şüphe, tereddüt.
şetim:
kötü ve çirkin söz söyle-
me, sövme.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tahassungâh:
sığınak, korun-
ma yeri.
tahayyül-i küfrî:
küfür ve in-
kârla ilgili meseleleri hayal et-
me.
tarz:
şekil, biçim.
tasavvur-i dalâlet:
doğru ve
hak yoldan çıkmış olmayı ak-
lından geçirmek, düşünmek.
tasdik:
doğrulamak, gerçekli-
ğini kabul etmek.
tasdik-i küfür:
küfür ve inkârı
doğrulamak, kabul etmek.
telvis etmek:
kirletmek, bu-
laşmak.
tevehhüm etmek:
aslında ol-
mayan bir şeyi var kabul ede-
rek ümitsizliğe ve korkuya
düşme.
vakit:
zaman.
yakîn:
kesin ve doğru bir şe-
kilde bilme.
yeis:
ümitsizlik.
zail olmak:
sona ermek, yok
olmak.
zannetme:
sanmak.
zat:
kişi, şahıs.
zikir:
Allah’ın adını anma, söy-
leme.
1.
Euzü çek! Allah’a sığın! (Fussılet Suresi: 36.)
2.
Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 216 | Lem’aLar