DOKUZUNCU İŞaret
Sual
: Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve on-
ların başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o ka-
dar inayet ve rahmet-i İlâhiye ve imdad-ı sübhaniyeye
mazhar oldukları hâlde, neden çok defa, hizbü’ş-şeytan
olan ehl-i dalâlete mağlûp olmuşlar? Hem, Hatemü’l-en-
biyanın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i
azam gibi tesirli i’caz-ı kur’ânî vasıtasıyla irşadı ve cazi-
be-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-ı kur’âni-
yenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafık-
larının dalâlette ısrarları ve hidayete girmemeleri niçindir
ve hikmeti nedir?
Elcevap
: Bu iki şık müthiş sualin hâlli için, derince bir
esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:
Şu kâinat Hâlık-ı zülcelâl’inin hem cemalî, hem celâlî
iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celâlî isim-
ler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettik-
lerinden, Hâlık-ı zülcelâl, kâinatta ezdadı birbirine mezç
edip, birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve
müdafi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi
mübareze suretine getirip, ondan, zıtları birbirinin hudu-
duna geçirip ihtilâfat ve tagayyürat meydana getirmekle,
kâinatı kanun-i tagayyür ve tahavvül ve düstur-i terakki
ve tekâmüle tâbi kıldığı için; o şecere-i hilkatin cami bir
semeresi olan insan nev’inde o kanun-i mübarezeyi daha
acip bir şekle getirip, bütün terakkiyat-ı insaniyeye me-
dar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha
acip:
hayret uyandıran, şaşırtıcı.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, izah etmek.
cami:
birçok özelliği kendinde top-
layan.
cazibedar:
çekici.
cazibe-i umumiye-i kâinat:
kâ-
inatta her yerde bulunan genel
çekim.
celâlî:
Allah’ın haşmetini, büyük-
lüğünü ve kahrını gösteren.
cilve:
görünme, yansıma.
dalâlet:
doğru yoldan, iman ve İs-
lâmiyetten ayrılmak.
düstur-i terakki ve tekâmül:
ge-
lişme ve mükemmelleşme kanu-
nu.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın kim-
seler.
ehl-i hidayet:
hidayette ve doğru
yolda olanlar.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
esas:
asıl, temel.
esma:
isimler.
ezdat:
zıtlar, tezatlar.
hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
Hâlık-ı Zülcelâl:
celâl, azamet ve
kibriya sahibi olan her şeyi yara-
tan Allah.
hâlli:
çözümü.
Hatemü’l-enbiya:
peygamberle-
rin en sonuncusu Hz. Muhammed
(asm).
hidayet:
doğru ve hak olan:
hikmet:
gizli sebep.
hikmetli:
belirli gayelere yönelik,
anlamlı, faydalı ve yerli yerinde
olan.
hizbullah:
Allah’a bağlı olan top-
luluk.
hizbüşşeytan:
şeytanın taraftar-
ları.
hudut:
sınırlar.
hüküm:
karar, emir.
i’caz-ı Kur’ânî:
Kur’ân’ın mu’cize-
liği, olağanüstülüğü.
ihtilâfat:
anlaşmazlıklar, uyuşmaz-
lıklar.
iksir-i azam:
en büyük, en tesirli
ilâç.
iktiza etmek:
gerektirmek.
imdad-ı Sübhaniye:
bütün kusur
ve noksan sıfatlardan uzak olan
Cenab-ı Hakkın yardımı.
inayet:
yardım.
irşat:
doğru yolu gösterme.
ısrar:
direnme, ayak direme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kanun-ı mübareze:
mücadele,
çarpışma, vuruşma kanunu.
kanun-ı tagayyür ve tahavvül:
hâl değiştirme ve bozulup başka-
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 226 | Lem’aLar
laşma kanunu.
lâzım:
gerekli.
mağlûp olmak:
yenilmek.
mazhar olmak:
erişmek, ulaş-
mak, şereflenmek.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
menfaattar:
menfaatli, fayda-
lı.
mezcetmek:
karıştırmak.
mukabil:
karşı, karşılık.
mübareze:
kavga, vuruşma,
çatışma.
mücahede:
cihad etme, çar-
pışma.
müdafi:
müdafaa eden, savu-
nan.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen.
mütecaviz:
tecavüz eden,
haddi aşan, saldıran.
müthiş:
dehşetli.
nev:
cins, tür.
nevi:
çeşit, tür.
nübüvvet:
peygamberlik, ha-
bercilik.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın son-
suz rahmeti.
risalet:
peygamberlik, elçilik.
semere:
meyve; netice.
sual:
soru.
suret:
şekil, biçim.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağa-
cı.
şekil:
biçim, tarz.
tâbi:
bağlı, uyan.
tagayyürat:
başkalaşmalar,
değişmeler.
terakkiyat-ı insaniye:
insan-
ların ilerlemeleri ve gelişme-
leri.
tesir:
etki.
vasıta:
aracılık.
vaziyet:
durum.