İşte, enva-ı dalâlet, derecatına göre az çok kâinatın ya-
ratılmasındaki hikmet-i rabbaniyeye ve dünyanın beka-
sındaki makasıd-ı sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i is-
yana ve ehl-i dalâlete karşı kâinat hiddete geliyor, mev-
cudat kızıyor, mahlûkat öfkeleniyor.
ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve
ayb ve zenbi azîm bîçare insan! kâinatın hiddetinden,
mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtul-
mak istersen, işte, kurtulmanın çaresi kur’ân-ı Hakîm’in
daire-i kudsiyesine girmektir ve kur’ân’ın mübelliği olan
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnet-i seniye-
sine ittibadır. gir ve tâbi ol!
ON İKİNCİ İŞaret
dört sual ve cevaptır.
Birinci sual
: Mahdut bir hayatta, mahdut günahlara
mukabil hadsiz bir azap ve nihayetsiz bir cehennem nasıl
adalet olur?
Elcevap
: sabık işaretlerde, hususan bundan evvelki
on Birinci İşarette kat’iyen anlaşıldı ki, küfür ve dalâlet
cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka te-
cavüzdür.
İkinci sual
: Şeriatta denilmiştir ki, “Cehennem, ce-
za-i ameldir, fakat cennet fazl-ı İlâhî iledir.” Bunun sırr-ı
hikmeti nedir?
Elcevap
: sabık İşaretlerde tebeyyün etti ki, insan, icat-
sız bir cüz-i ihtiyârî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ade-
mî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle
Lem’aLar | 233 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hikmet-i rabbaniye:
her şeyi
uyum içinde sevk ve idare eden
Allah’ın belirli gayelere yönelik,
faydalı, yerli yerinde iş gören hik-
meti.
hukuk:
haklar.
hususan:
özellikle.
icatsız:
yoktan var edemeyen, ya-
ratamayan.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’iyen:
kesin olarak.
kesb:
çalışmak, işlemek.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, imansızlık, dinsizlik.
mahdut:
sınırlı, belirli.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
makasıd-ı Sübhaniye:
her türlü
kusur ve noksanlıklardan uzak
olan Cenab-ı Hakkın kâinatı yarat-
madaki maksatları.
mevcudat:
var olan her şey, var-
lıklar.
mukabil:
karşılık.
mübelliğ:
tebliğ eden, bildiren.
nefret:
bir şeyden veya kimseden
iğrenme, tiksinme.
nihayetsiz:
sonsuz.
nihayetsiz:
sonsuz.
resul-i ekrem:
çok cömert ve çok
kerîm olan peygamber, Hz. Mu-
hammed (asm)
sabık:
geçen.
sırr-ı hikmeti:
hikmetinin gizli ha-
kikati, sebebi.
sual:
soru.
sübut:
gerçekleşme, meydana
gelme; sabit bir şekilde var oldu-
ğunu kabul etme.
Sünnet-i Seniyye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti; yük-
sek hâl, söz, tavır ve davranışları.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümle-
rin hepsi.
tâbi:
uyan, itaat eden.
tebeyyün etmek:
belli olmak,
meydana çıkmak, anlaşılmak.
tecavüz:
saldırma, başkasının hak-
kına dokunma.
teşkil:
meydana getirme, yapma.
zenb:
günah, suç, kabahat.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam eksiksiz olarak ve-
rilmesi, âdillik.
aleyhissalâtü Vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
ayb:
utanılacak şey, kusur.
azap:
günahlara karşı ahiret-
te çekilecek ceza.
azîm:
büyük.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuz-
luk.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ceza-i amel:
yapılan işin kar-
şılığı.
cinayet:
adam öldürme dere-
cesinde ağır suç.
cirim:
vücut, cüsse; hacim.
cisim:
beden.
cürüm:
kusur, hata, günah.
cüz’î:
az, küçük.
cüz-i ihtiyarî:
Cenab-ı Hak ta-
rafından insana verilen arzu
serbestliği; dilediği gibi hare-
ket edebilme kuvveti.
daire-i kudsiye:
kutsal daire.
dalâlet:
doğru yoldan, iman
ve İslâmiyetten ayrılmak.
derecat:
dereceler.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak
yoldan çıkanlar, azgın ve sap-
kın kimseler.
ehl-i isyan:
isyan edenler.
emr-i ademî:
yokluğa sebep
olan iş.
emr-i itibarî:
gerçekte olma-
dığı hâlde var olduğu kabul
edilen iş.
enva-ı dalâlet:
doğru ve hak
yoldan sapmanın çeşitleri.
evvelki:
önceki.
fazl-ı İlâhî:
Allah’ın lütfu, ihsa-
nı.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, dinî suç.