(1)
p
ßr
«n
¨dr
G n
øp
e o
õs
«n
ªn
J o
OÉn
µn
J
sırrıyla cehennemin gayzını ve öfke-
sini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalâlete karşı hid-
detini gösterip ilân ederek gayet müthiş bir tarzda ve
i’cazkârâne ehl-i dalâlet ve isyanı zecrediyor.
Sual
: ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmi-
yetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celp
ediyor?
Elcevap
: Bazı risalelerde ve sabık İşaretlerde ispat
edildiği gibi, küfür ve dalâlet, müthiş bir tecavüzdür ve
umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünkü
hilkat-i kâinatın bir netice-i azamı, ubudiyet-i insaniyedir
ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı iman ve itaatle mukabele-
dir. Hâlbuki ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkârıyla,
mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o neti-
ce-i azamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukuku-
na bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyine-
lerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini
âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlâhiyenin cilveleri-
ni inkâr ettikleri için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif
olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile, o mas-
nuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın
her biri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-i rab-
banî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, ca-
mit, fânî, manasız bir mahlûk menzilesinde gösterdiğin-
den, umum mahlûkatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
alâkadar:
ilgili, alâkalı.
âlî:
yüce, yüksek.
amel:
iş, davranış.
âyine:
ayna.
âyinedarlık:
ayna olma.
camit:
cansız.
celp etmek:
çekmek.
cihet:
yön.
cilve:
görüntü, yansıma, tecelli.
cinayet:
öldürme derecesinde ağır
suç.
dalâlet:
doğru yoldan, iman ve İs-
lâmiyetten ayrılmak.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i dalâlet ve ehl-i isyan:
doğ-
ru yoldan çıkan azgın kimseler ve
isyan edenler.
ehl-i küfür ve dalâlet:
Allah’ı in-
kâr eden kâfirler ve doğru yoldan
çıkan azgın kimseler.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
esma-i kudsiye:
Allah’ın kutsal ve
yüce isimleri.
fânî:
ölümlü, geçici.
gayet:
son derece, çok.
gayz:
hiddet, öfke.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, dinî suç.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hilkat-i kâinat:
kâinatın, bütün
varlıkların yaratılışı.
hukuk:
haklar.
i’cazkârâne:
mu’cizeli bir şekilde,
benzerini yapmaktan insanları âciz
bırakarak.
ilân etmek:
herkese duyurmak,
bildirmek.
ille-i gaye:
varılmak istenen te-
mel gaye, maksat ve netice.
iman:
inanma, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek ortaya koymak.
itaat:
boyun eğme, uyma.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmamak, imansızlık, dinsizlik.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar, varlıklar.
mana:
anlam.
masnuat:
sanatlı olarak yaratılmış
şeyler.
memur-i rabbanî:
bütün varlık-
ları yaratan, besleyen, büyüten,
uyum içinde sevk ve idare eden
Allah’ın emriyle hareket eden me-
mur.
menzil:
yer.
mevcudat:
var olan her şey, var-
lıklar.
mukabele:
karşılık verme.
muvazzaf:
vazifeli, görevli.
müthiş:
dehşet veren, korkutan.
netice-i azam:
en büyük ne-
tice.
nevi:
çeşit, tür.
rububiyet-i İlâhiye:
Allah’ın
bütün varlıkları yaratması,
beslemesi, büyütmesi, uyum
içinde sevk ve idare etmesi.
sabık:
geçen.
sair:
diğer, öteki.
sebeb-i beka:
var olan şeyle-
rin varlıklarının devam etme
sebebi.
sır:
gizli hakikat.
sukut ettirmek:
değerden dü-
şürmek.
şahsî:
şahsa, kişiye ait.
tahkir:
hakaret etme, aşağıla-
ma.
tahkir-i azîm:
büyük hakaret,
aşırı şekilde aşağılama.
tarz:
şekil, biçim.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve
harekette ileri gitme, saldırma.
tenzil:
indirme, düşürme.
tezahür etme:
görünme, or-
taya çıkma.
tezyif:
alay etme, küçük dü-
şürme.
ubudiyet-i insaniye:
insanın
kulluğu.
umum:
bütün.
vasıta:
aracılık.
vazife-i âliye:
yüce vazife.
zecretmek:
sakındırmak, ya-
saklamak, engel olmak.
1.
Neredeyse öfkeden parçalanacak. (Mülk Suresi: 8.)
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 232 | Lem’aLar