İkinci kısım ise, amelî ve fer’î olmayıp, belki itikadî ve
fikrî bir hükümdür. Yalnız imanın nefyini değil, belki ima-
nın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise batılı kabuldür,
hakkın aksini ispattır. Bu kısım, imanın yalnız nefyi ve
nakzı değil, imanın zıddıdır. Adem-i kabul değil ki, kolay
olsun. Belki kabul-i ademdir ve o ademi ispat etmekle ka-
bul edilebilir.
(1)
o
ân
Ñr
ão
j n
’ o
?n
ón
©r
dn
G
kaidesiyle, ademin ispatı el-
bette kolay değildir.
İşte, sair risalelerde imtina derecesinde suubetli ve müş-
külâtlı gösterilen küfür ve dalâlet bu kısımdır ki, zerre mik-
tar şuuru bulunan, bu yola salik olmamak lâzımdır. Hem
bu yol, risalelerde kat’î ispat edildiği gibi, o kadar dehşetli
elemleri var ve boğucu karanlıkları var ki, zerre miktar
aklı bulunan, o yola talip olmaz.
Eğer denilse
: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkülâtlı
yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?
Elcevap
: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar.
Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri, akıbeti gör-
medikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letaif-i insani-
yeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır mu-
vakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar.
(2)
Sual
:
Eğer denilse
: dalâlette öyle dehşetli bir elem ve
bir korku var ki, kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç
yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o
korkudan ödü patlamalıydı. Çünkü insaniyet itibarıyla
hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu hâlde, küfür
vasıtasıyla, mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firak-ı lâyezalî
ve zeval-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün
Lem’aLar | 223 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koymaya çalışma.
itibarıyla:
değeriyle, yönüyle.
itikadî:
inançla ilgili.
kabul-i adem:
yokluğu kabul et-
me.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz, inançsız.
kaide:
kural, prensip, esas.
kat’î:
kesin.
kuvve:
kuvvet, güç.
küfür:
imansızlık, inançsızlık, din-
sizlik.
letaif-i insaniye:
insanı insan ya-
pan manevî duygular, hisler.
mevt:
ölüm.
miktar:
kadar; ölçü.
muvakkat:
geçici.
müşkülât:
zorluklar.
müştak:
aşırı isteyen, arzu eden.
müteselli olmak:
teselli bulmak,
avunmak.
nakîz:
bozan, bozucu.
nebatî ve hayvanî kuvveler:
in-
sanı insan yapan duyguların dışın-
da yine insanda bulunan hayvanî
ve bitkisel özellikler taşıyan duy-
gular.
nebatî:
bitkisel özellik taşıyan.
nefiy:
inkâr etme, yok sayma.
sair:
diğer, öteki.
salik olmak:
bir yola girmek, bir
yolda gitmek.
sual:
soru.
suubet:
zorluk, güçlük.
şuur:
bilinç, anlayış, idrak.
talip olmak:
istemek.
vefat:
ölüm.
zerre:
çok küçük parça.
zeval-i mevcudat:
varlıkların yok
olması.
zıt:
aksi, ters.
adem:
yokluk, hiçlik.
adem-i kabul:
kabul etmeme.
ahbap::
dostlar.
akıbet:
son.
aksi:
tersi, zıddı.
amelî:
uygulama ile ilgili, pra-
tik.
âşık:
çok aşırı seven, tutkun.
batıl:
doğru ve hak olmayan,
dinde yeri olmayan.
dalâlet:
doğru yoldan, iman
ve İslâmiyetten ayrılmak.
dehşetli:
korkunç, ürkütücü.
derece:
ölçü.
ekser:
çok.
elem:
kaygı, acı, ıztırap.
elîm:
çok acı veren, elemli.
fer’î:
asılla ilgili olmayan, ay-
rıntı.
fikrî:
fikre, düşünceye ait.
firak-ı lâyezalî:
bitmeyen ay-
rılık, ebedî ayrılış.
galebe etmek:
galip gelmek,
üstün olmak.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
doğru, gerçek, Allah.
hayvanî:
hayvana ait.
hüküm:
karar.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş.
iman:
inanma, inanç, itikat.
imtina:
imkânsızlık, olamayış.
insaniyet:
insanlık.
1.
Yokluk ispat edilemez.
2.
Bkz. Kıyamet Suresi: 20-21; İnsan Suresi: 27.