İşte bu sırlar içindir ki, kur’ân-ı Hakîm, mü’minleri pek
çok tekrar ve ısrar ile, tehdit ve teşvik ile, günahtan zecir
ve hayra sevk ediyor.
(1)
Bir zaman kur’ân-ı Hakîm’in bu tekrar ile şiddetli irşa-
datı bana bu fikri verdi ki, bu kadar mütemadî ihtarlar ve
ikazlar, mü’min insanları sebatsız ve hakikatsiz gösteri-
yorlar. İnsanın şerefine yakışmayacak bir vaziyet veriyor-
lar. Çünkü, bir memur, amirinden aldığı bir tek emri ita-
atine kâfi iken, aynı emri on defa söylese, o memur cid-
den gücenecek. “Beni itham ediyorsun; ben hain deği-
lim” der. Hâlbuki, en halis mü’minlere kur’ân-ı Hakîm
musırrâne, mükerrer emrediyor.
Bu fikir benim zihnimi kurcaladığı bir zamanda, iki üç
sadık arkadaşlarım vardı. onları şeytan-ı insînin desisele-
rine kapılmamak için pek çok defa ihtar ve ikaz ediyor-
dum. “Bizi itham ediyorsun” diye gücenmiyorlardı. Fakat
ben kalben diyordum ki: “Bu mütemadiyen ihtarlarımla
bunları gücendiriyorum, sadakatsizlikle ve sebatsızlıkla it-
ham ediyorum.”
sonra, birden, sabık İşaretlerde izah ve ispat edilen ha-
kikat inkişaf etti. o vakit, o hakikatle hem kur’ân-ı Hakî-
m’in tam mutabık-ı mukteza-i hâl ve yerinde ve israfsız
ve hikmetli ve ithamsız bir surette ısrar ve tekraratı yap-
tığını ve ayn-ı hikmet ve mahz-ı belâgat olduğunu bildim.
Ve o sadık arkadaşlarımın gücenmediklerinin sırrını an-
ladım. o hakikatin hulâsası şudur ki:
Lem’aLar | 221 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
mahz-ı belâgat:
tam olarak mak-
sada ve hâle uygun söz söyleme.
memur:
bir amirin emri ile hare-
ket eden kimse.
musırrâne:
ısrarla.
mutabık-ı mukteza-i hâl:
hâlin
gereğine uygun.
mükerrer:
tekrarla, bir çok kere.
mü’min:
Allah’a iman eden, ina-
nan.
mütemadî:
sürekli, devamlı.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
sabık:
geçen.
sadakatsizlik:
içten bağlı olma-
ma.
sadık:
dostluğu ve bağlılığı içten
olan.
sebat:
kararlı olma, kararından
vazgeçmeme, azimlilik.
sebat:
kararlı olma, kararından
vazgeçmeme, sözünde durma.
sevk etmek:
yönlendirmek.
sır:
gizli hakikat.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şeref:
onur.
şeytan-ı insî:
şeytan gibi olan in-
sanlar.
şiddetli
tehdit:
hiddet etme, korkutma.
tekrarat:
tekrarlar.
teşvik:
şevklendirmek, istek ve ar-
zu uyandırmak.
vakit:
zaman.
vaziyet:
durum.
zecir:
yasaklama.
âmir:
emreden, iş buyuran.
ayn-ı hikmet:
belirli gayelere
yönelik, faydalı, anlamlı, yerli
yerinde olmanın tâ kendisi.
cidden:
gerçekten, ciddî ola-
rak.
desise:
hile, aldatmaca.
emir:
buyruk.
fikir:
düşünce.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, dinî suç.
hakikat:
asıl, esas, gerçek.
halis:
samimî, içten.
hayır:
iyilik.
hikmet:
belirli gayelere yöne-
lik, faydalı, anlamlı ve yerli ye-
rinde olma.
hulâsa:
bir şeyin özü, özeti.
ihtar:
uyarma, hatırlatma.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma.
inkişaf etmek:
açılmak, orta-
ya çıkmak.
irşadat:
doğru yolu gösterme-
ler, uyarmalar.
ispat:
doğruyu delil göstere-
rek meydana koyma.
israf:
gereksiz yere harcama.
itaat:
uyma, alınan emre gö-
re hareket etme.
itham etmek:
suçlamak.
itham:
suçlama.
izah:
bir konuyu ayrıntılarıyla
ortaya koyma, eksiksiz anlat-
ma.
kâfi:
yeterli.
kalben:
kalbden, samimî.
1.
Bkz. Nahl Suresi: 90.