Şeytanlar, tahribat cihetinde sevk ettikleri için, az bir
amel ile çok şerleri yaparlar. onun için, tarik-ı hakta ve
hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmaya
ve mükerrer ihtarata ve kesretli muavenete muhtaç ol-
duklarındandır ki, Cenab-ı Hak, o tekrarat cihetinde bin
bir ismiyle ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve bin-
ler merhamet ellerini imdadına uzatıyor. Şerefini kırmı-
yor, belki vikaye ediyor. İnsanın kıymetini küçük düşürt-
müyor, belki şeytanın şerrini büyük gösteriyor.
İşte, ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinnî-
nin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: ehl-i sünnet
ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın muhkemat kalesine gir ve sün-
net-i seniyeyi rehber yap, selâmeti bul.
SeKİZİNCİ İŞaret
Sual
: sabık İşaretlerde ispat ettiniz ki, dalâlet yolu ko-
lay ve tahrip ve tecavüz olduğu için, çoklar o yola sülûk
ediyorlar. Hâlbuki sair risalelerde kat’î delillerle ispat et-
mişsiniz ki, küfür ve dalâlet yolu o kadar müşkülâtlı ve su-
ubetlidir ki, hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sü-
lûk değil. Ve iman ve hidayet yolu o kadar kolay ve za-
hirdir ki, herkes ona girmeliydi.
Elcevap
: küfür ve dalâlet iki kısımdır. Bir kısmı, amelî
ve fer’î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve
inkâr etmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydır. Hakkı kabul et-
memektir; bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür.
İşte bu kısımdır ki, risalelerde kolay gösterilmiş.
adem:
yokluk, hiçlik.
adem-i kabul:
kabul etmeme.
amel:
iş.
amelî:
uygulama ile ilgili, pratik.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek, Hak-
kın tâ kendisi olan şeref ve aza-
met sahibi Allah.
cihet:
yön.
dalâlet:
doğru yoldan, iman ve İs-
lâmiyetten ayrılmak.
delil:
bir meseleyi ispat etmeye
yarayan şey.
desise:
hile, aldatmaca.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve hak
yolunda olan.
ehl-i hidayet:
hidayette ve doğru
yolda olanlar.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i Sünnet ve Cemaat:
İslâm’ı
ilk günkü saflığıyla kabul ederek
dinden olmayan şeyleri karıştır-
mayıp, Hz. Peygamberin sünnetin-
den ve yolundan ayrılmayanlar.
fer’î:
asılla ilgili olmayan, ayrıntı.
hak:
doğru, gerçek.
hidayet:
iyi, doğru ve hak olan;
İslâmiyet.
hüküm:
emir, esas.
ihtarat:
ihtarlar, hatırlatmalar,
uyarılar.
ihtiyat:
geleceği düşünerek dik-
katli hareket etme.
iman:
inanma, inanç, itikat.
imdat:
yardım.
inkâr etmek:
kabul ve tasdik et-
memek, inanmamak.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek ortaya koymak.
kabil-i sülûk:
yürünebilir, gidile-
bilir.
karargâh:
durulan yer, merkez.
kat’î:
kesin.
kesretli:
pek çok.
kıymet:
değer.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla insanlarını benzerini
yapmaktan âciz bırakan Kur’ân-ı
Kerîm.
küfür:
imansızlık, inançsızlık, din-
sizlik.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek, yardımda bulunmak.
mezhep:
dinde tutulan yol.
mezkûr:
adı geçen, anılan.
muavenet:
yardım.
muhkemat:
sağlam ve kuvvetli
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 222 | Lem’aLar
olanlar.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mükerrer:
tekrarlanmış.
müşkülât:
zorluklar.
nefyetmek:
inkâr etmek, yok
saymak.
rehber:
yol gösterici, kılavuz.
sabık:
geçen.
sair:
diğer, öteki.
selâmet:
korku ve endişeden
uzak olma, kurtuluş.
sevk etmek:
yönlendirmek.
sual:
soru.
suubet:
zorluk, güçlük.
sülûk etmek:
bir yola girmek,
bir yol tutmak.
Sünnet-i Seniyye:
Hz. Mu-
hammed’in (asm) yüce sünne-
ti; yüksek hâl, söz, tavır ve
davranışları.
şer:
kötülük.
şeref:
onur.
şeytan-ı insî ve cinnî:
cinler-
den ve insanlardan olan şey-
tanlar.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
takdim etmek:
sunmak.
tarik-ı hak ve hidayet:
hak
ve hakikat yolu.
tarz:
şekil, biçim.
tecavüz:
haddi aşma, saldır-
ma, başkasının hakkına do-
kunma.
tekrarat:
tekrarlar.
terk:
bırakma, vazgeçme.
vikaye etmek:
korumak.
zahir:
açık.