arzusuyla olmadığından, hiç yazılmamalı veya bir yazıl-
malı idi. neden seyyie bir yazılır, hasene on ve bazen bin
yazılır?
Elcevap
: Cenab-ı Hak, kemal-i rahmet ve cemal-i ra-
hîmiyetini o suretle gösteriyor.
Dördüncü sual
: ehl-i dalâletin kazandıkları muvaffa-
kıyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri
gösteriyor ki, onlar bir kuvvete ve bir hakikate istinat edi-
yorlar. demek ya ehl-i hidayette zaaf var, ya onlarda bir
hakikat var?
Elcevap
: Hâşâ! ne onlarda hakikat var, ne ehl-i hak-
ta zaaf vardır. Fakat, maatteessüf, kàsıru’n-nazar, muha-
kemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyor-
lar, akidelerine halel geliyor.
Çünkü diyorlar
: “eğer ehl-i hakta tam hak ve haki-
kat olsaydı, bu derece mağlûbiyet ve zillet olmamak ge-
rekti. Çünkü hakikat kuvvetlidir.
(1)
p
¬r
«n
?n
Y '
¤r
©o
j n
’n
h ƒo
? r
©n
j t
?n
ër
dn
G
olan kaide-i esasiye ile, kuvvet haktadır. eğer o ehl-i hak-
ka mukabil, galibâne gelen ehl-i dalâletin hakikî bir kuv-
veti ve bir nokta-i istinadı olmasaydı bu derece galibiyet
ve muvaffakıyet olmamak lâzım gelecekti?”
Elcevap
: ehl-i hakkın mağlûbiyeti kuvvetsizlikten, ha-
kikatsizlikten gelmediği, sabık işaretlerle kat’î ispat edil-
diği gibi; ehl-i dalâletin galebesi kuvvetlerinden ve iktidar-
larından ve nokta-i istinat bulmalarından gelmediği, yine
o işaretlerle kat’î ispat edildiğinden, bu sualin cevabı, sa-
bık işaretlerin heyet-i mecmuasıdır. Yalnız burada
Lem’aLar | 235 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
sip, temel kural.
kàsıru’n-nazar:
dar görüşlü.
kat’î:
kesin.
kemal-i rahmet:
Allah’ın rahme-
tinin, şefkat ve merhametinin mü-
kemmelliği; .
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
maatteessüf:
üzüntüyle ifade et-
mek gerekir ki...; ne yazık ki...
mağlûbiyet:
yenilme, yenilgi.
muhakeme:
düşünme, akıl yürü-
tüp doğru bir netice elde edebil-
me.
mukabil:
karşılık.
muvaffakıyet:
başarı, başarılı ol-
ma.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
sabık:
geçen.
seyyie:
fenalık, kötülük.
sual:
soru.
suret:
şekil, biçim, tarz.
tereddüt:
kararsızlık, bir mesele-
de karar vermeyerek şüphede
kalmak.
vesvese:
şüphe, tereddüt.
zaaf:
zayıflık.
zillet:
alçalma, hor ve hakir duru-
ma düşme.
akide:
inanılan ve itikat edi-
len esas; iman.
avam:
halk tabakası.
cemal-i rahîmiyet:
Allah’ın
sonsuz merhamet ediciliğinin
güzelliği.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan şeref
ve azamet sahibi Allah.
ehl-i dalâlet:
doğru yoldan çı-
kanlar, azgın ve sapkın kim-
seler.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve
hak yolunda olan.
ehl-i hidayet:
hidayette, doğ-
ru ve hak yolda olanlar.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
galibâne:
üstün bir şekilde.
galibiyet:
üstünlük, üstün gel-
me.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
halel:
bozukluk, eksiklik.
hasene:
iyilik, güzel ve hayırlı
iş.
hâşâ:
asla.
heyet-i mecmua:
bir şeyin
bütününün gösterdiği hâl ve
manzara.
iktidar:
güç, kuvvet.
ispat etmek:
doğruyu delil
göstererek ortaya koymak.
istinat etmek:
dayanmak, iti-
mat etme.
kaide-i esasiye:
temel pren-
1.
Hak daima üstün gelir; ona karşı galebe edilmez. (Keşfü’l-Hafa, 1:127, hadis no: 362.)