demek bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında mu-
amele gerektir. eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına ke-
miyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbe-
te ve hürmete müstahaktır. Belki, kıymettar bir tek hase-
ne ile çok seyyiatına nazar-ı af ile bakmak lâzımdır. Hâl-
buki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telki-
niyle, bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden
unutur, mü’min kardeşine adavet eder, günahlara girer.
nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setre-
der, göstermez. öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek
kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unu-
tur, mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı iç-
timaiyesinde bir fesat aleti olur.
Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, in-
sanın selâmet-i fikrini ifsat ediyor. Hakaik-ı imaniyeye
karşı sıhhat-i muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriye-
yi ihlâl ediyor. Şöyle ki:
Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delâil-i ispatiyenin
hükmünü, nefyine delâlet eden bir emare ile kırmak is-
ter. Hâlbuki, kaide-i mukarreredir ki, “Bir ispat edici, çok
nefyedicilere tereccüh ediyor.” Bir davaya müsbit bir şa-
hidin hükmü, yüz nafilere racih olur. Bu hakikate bu tem-
sil ile bak. Şöyle ki:
Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açıl-
masıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. eğer
bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya
girilemeyeceği söylenemez.
Lem’aLar | 241 |
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
kalite, nitelik.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
muamele etmek:
davranmak.
muhabbet:
sevgi.
mü’min:
iman eden, Allah’a ina-
nan.
müsbit:
ispat eden, bir şeyin doğ-
ruluğunu delil göstererek ortaya
koyan.
müstehak:
hak eden, hak etmiş.
nafi:
bir şeyin yokluğunu savu-
nan, inkâr eden.
nazar-ı af:
affedici bakış.
nefiy:
yokluk, yok sayma, inkâr.
nefyedici:
bir şeyin yokluğunu sa-
vunan, inkâr eden.
racih olmak:
daha üstün tutul-
mak, tercih edilmek.
selâmet-i fikir:
fikirdeki doğruluk,
doğru düşünce.
setretmek:
örtmek.
seyyiat:
fenalıklar, kötülükler, gü-
nahlar
seyyie:
fenalık, kötülük, günah.
sıhhat-i muhakeme:
sağlıklı akıl
yürütme, değerlendirme, hüküm
verme.
şahit:
şahitlik yapan.
telkin:
fikir aşılama.
temsil:
örnek, benzetme.
tereccüh etmek:
üstün gelmek.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla.
adalet-i İlâhî:
İlâhî adalet, Al-
lah’ın adaleti.
adavet:
düşmanlık.
dair:
ait, ilgili.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delâil-i ispatiye:
ispat delille-
ri, bir şeyin varlığını ya da doğ-
ruluğunu ortaya koyan delil-
ler.
delâlet etmek:
delil olmak,
işaret etmek.
desise:
hile, aldatmaca.
emare:
belirti, işaret.
fenalık:
kötülük.
fesat:
bozgunculuk, fitne.
fıtrat:
yaratılış, mizaç.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, dinî suç.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i imaniye:
iman ha-
kikati.
hasenat:
iyi ameller, güzel ve
hayırlı işler.
hasene:
iyi amel, güzel ve ha-
yırlı iş.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hüküm:
karar.
hürmet:
saygı.
ifsat etmek:
fesada uğratmak,
bozmak.
ihlâl etmek:
bozmak.
ispat:
doğruyu delil göstere-
rek ortaya koyma.
istikamet-i fikriye:
fikirdeki
doğruluk, istikamet.
kaide-i mukarrere:
kesinleş-
miş, üzerinde karar kılınmış,
yerleşmiş kural.
kemiyet:
nicelik, sayı çoklu-
ğu.