tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, âdeta taksi-
rattan takdis etsin.
evet,
şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek iste-
mez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir
.
(1)
l
án
?«p
?n
c m
Ör
«n
Y pq
?o
c r
øn
Y Én
°Vpq
ôdG o
ør
«n
Yn
h
sırrıyla, nefsine nazar-ı rı-
za ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için
itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez, şeytana maska-
ra olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i
âlişan
(2)
»
u
Hn
Q n
ºp
Mn
Q Én
e s
’p
G p
D
ƒ° t
ùdÉp
H l
In
QÉ s
en
’n
¢n
ùr
Ø s
ædG s
¿
p
G ?/
ùr
Øn
f o
Çp
q
ôn
Ho
G BÉ n
en
h
dediği hâlde, nasıl nefse itimat edilebilir?
nefsini ittiham eden, kusurunu görür. kusurunu itiraf
eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden,
şeytanın şerrinden kurtulur. kusurunu görmemek, o ku-
surdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etme-
mek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur
kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstahak olur.
Üçüncü Nokta:
İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsat eden
bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek sey-
yiesiyle bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini din-
leyen insafsızlar, o mü’mine adavet ederler. Hâlbuki, Ce-
nab-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberin-
de, a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata
galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyi-
atın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazen bir
tek hasene ile çok seyyiatını örter.
adalet-i mutlaka:
tam adalet,
sonsuz adalet.
adavet:
düşmanlık.
âdeta:
sanki.
a’mal-i mükellefîn:
dinin emirle-
rini yerine getirmekle yükümlü
olanların amelleri, işleri.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek, Hak-
kın tâ kendisi olan şeref ve aza-
met sahibi Allah.
desise:
gizli hile, aldatmaca.
desise-i şeytaniye:
şeytanın hile-
si, aldatmacası.
esbap:
sebepler.
hasene:
iyi amel, güzel ve hayırlı
iş.
haşir:
öldükten sonra tekrar diril-
tilip Allah’ın huzurunda toplanma.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hükmeylemek:
karar vermek.
ifsat etmek:
bozmak.
istiaze etmek:
Allah’a sığınmak.
istiğfar etmek:
af dilemek, tevbe
etmek, Allah’tan günahlarının ba-
ğışlanmasını istemek.
itimat etmek:
güvenmek.
itiraf etmek:
kabahatini gizleme-
yip söylemek.
ittiham etmek:
suçlamak.
kusur:
eksiklik, noksan.
maskara:
herkesi kendine güldü-
ren, soytarı.
mizan-ı ekber:
mahşer günü
amellerin ölçüleceği, hakikî
mahiyeti ancak ahirette bili-
nebilecek olan büyük terazi.
müdafaa etmek:
savunmak.
mü’min:
iman eden, Allah’a
inanan.
müstehak:
hak etmiş, hak
eden.
nazar-ı rıza:
razı olarak, hoş-
görü ile bakma.
nefis:
insanda bulunan, hayırlı
işlerden alıkoyan ve onu kö-
tülüğe sevk eden duygu.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
peygamber-i âlişan:
şanı yü-
ce peygamber.
seyyiat:
fenalıklar, kötülükler;
günahlar.
seyyie:
fenalık, kötülük; gü-
nah.
sır:
gizli hakikat.
şer:
kötülük.
takdis etmek:
her türlü kusur
ve noksanlıklardan uzak tut-
mak, yüceltmek.
taksirat:
kusurlar, suçlar, gü-
nahlar.
tevil etmek:
yorumlamak.
vücut:
varlık.
1.
Tarafgirlikle bakan hiçbir kusuru göremez.
2.
Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rah-
met ederse, o başka. (Yusuf Suresi: 53.)
o
n
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 240 | Lem’aLar