Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek
ve meşrep ayrı ve bid’atlara müsait gittiği için,
Risale-
tü’n-Nur zındıkaya karşı hakaik-ı imaniyeyi muhafazaya
çalışması gibi, bid’ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ân’ı
muhafaza etmek bir vazifesi iken,
has talebelerden birisi,
bilfiil huruf ve hatt-ı kur’âniyeyi ders verdiği hâlde, sırrı
bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı kur’âniyeye ilm-i din
perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların
darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olma-
dan, dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir
gerginlik hissettim. sonra ikaz ettim. elhamdülillâh, ayıl-
dılar. İnşaallah, tamamen kurtuldular.
Ey kardeşlerim!
Mesleğimiz tecavüz değil, tedafüdür; hem, tahrip de-
ğil, tamirdir; hem, hâkim değiliz, mahkûmuz. Bize teca-
vüz eden, hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim
ve bizim de malımız hakikatler var. O hakikatlerin intişa-
rına bize ihtiyaçları yoktur; binler, o şeyleri okur, neşre-
der adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla,
omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve mu-
hafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım
esaslar ve âlî hakikatler kaybolmasına vesile olur.
Meselâ, hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve
Melâmiliğin bir nev’ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı
ruhsat-ı şer’iyeyi perde yapıp eserler yazılmış.
Risale-
tü’n-Nur
, gerçi umuma teşmil suretiyle değil, fakat her-
hâlde,
hakikat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
bid’at:
dinin aslında olmayıp son-
radan icat edilen şeyler, yeni
âdet.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması ile,
kendi yaparak.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
ehemmiyetli:
önemli.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
hâdisat-ı zamaniye:
içinde yaşa-
nılan zamanda meydana gelen
hadiseler, olaylar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i islâmiye:
İslâmiyete ait
hakikat.
hâkim:
hükmeden.
hâlde
: durumda.
hatt-ı Kur’ân:
Kur’ân yazısı.
hatt-ı Kur’âniye:
Kur’an hattı, ya-
zısı.
heves:
istek, eğilim, arzu, şevk.
huruf ve hatt-ı Kur’âniye:
Kur’an
yazısı ve harfleri.
huruf:
harfler.
huruf:
harfler.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
ikaz:
uyarı.
ilm-i din:
din ilmi.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
istimâl:
kullanma.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonuncu-
su.
mahkûm:
kendine hükmolunan,
hükümlü.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
melâmî:
melâmetiye görüşüne
sahip kimse.
meselâ:
örneğin.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
muhafaza:
koruma.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müsait:
uygun, münasip.
neşir:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
nev:
çeşit, tür.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruhsat-ı şer’iye:
şeriatın ruh-
satı, İslâmiyetin izin vermesi.
sır:
gizli olan esas, maksat,
gaye.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
taife:
takım, güruh.
talebe:
öğrenci.
tamir:
onarma, düzeltme.
tarz:
biçim, şekil.
tecavüz:
saldırma, sataşma,
başkasının hakkına dokun-
ma.
tedâfü:
kendini koruma, mü-
dafaa, savunma.
teşmil:
genelleştirme, şümul-
lendirme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
umum:
bütün, herkes.
vazife:
görev.
Vehhabî:
Muhammed bin
Abdulvehhab tarafından ge-
çen asırda Arabistan’da mey-
dana getirilen İslamî bazı me-
selelerde ifrat eden ve Arap
milliyetçiliği yapan mezhep.
vesile:
aracı, vasıta.
zemin:
yer.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
| 98 | K
astamonu
L
âhiKası