‡
43
·
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
risale-i nur talebelerinin hasları olan sahip ve vâris-
leri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kar-
deşlerime bu günlerde vuku bulan bir hâdise münasebe-
tiyle beyan ediyorum ki:
Risaletü’n-Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâ-
fi geliyor; başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok
tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlen-
dirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Ri-
saletü’n-Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haf-
tada
risaletü’n-nur
o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal
eder.
Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i müta-
lâa ile bazen bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalâa
ederken, yirmi seneye yakındır ki, kur’ân ve kur’ân’dan
gelen
Resaili’n-Nur
bana kâfi geliyorlardı; birtek kitaba
muhtaç olmadım, başka kitapları yanımda bulundur-
madım.
Risaletü’n-Nur
çok mütenevvi hakaika dair oldu-
ğu hâlde, telifi zamanında, yirmi seneden beri ben muh-
taç olmadım; elbette siz, yirmi derece daha ziyade muh-
taç olmamak lâzım gelir.
Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum,
başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi
Ri-
saletü’n-Nur
’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zaman-
da elzemdir.
K
astamonu
L
âhiKası
| 97 |
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, tetkik etme.
mütenevvi:
aynı cinsten olma-
yan, nev’ nev’, çeşit çeşit.
Resailü’n-nur:
Nur risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
tahkikî:
araştırma ve inceleme
ile ilgili, inandığı şeylerin aslını,
esasını bilerek inanma.
talebe:
öğrenci.
telif:
eser yazma.
vâris:
mirasçı.
vuku:
olma, meydana gelme.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
dair:
alâkalı, ilgili.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
erkân:
rükünler, esaslar, ileri
gelenler.
evvel:
önce.
hâdise:
olay.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı islâmiye:
İslâmiye-
tin gerçekleri, İslâma ait haki-
katler.
has:
ileri gelen, seçkin olan.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı hakikî:
inandığı şeyle-
rin aslını, esasını bilerek inan-
ma, gerçek iman.
îsâl:
ulaştırma, eriştirme.
kâfi:
yeter, elverir.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kesret-i mütalâa:
mütalâa-
nın çokluğu, çok okuma, çok
çok tetkik.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.