Kastamonu Lahikası - page 94

tabir ve tevile muhtaç iken, bilmeyerek resmî, zayıf ve is-
mî bir istibdat görüp, ona karşı hücum gösteriyorlardı.
Hâlbuki, onlara dehşet veren, çok zaman sonra gelecek
olan istibdatların zayıf bir gölgesini asıl zannederek öyle
davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksat doğru, fakat
hedef hata.
İşte eski said de, eski zamanda böyle acip bir istibdadı
hissetmiş, bazı âsârında ona hücum ile beyanatı var. o
müthiş istibdadat-ı acibeye karşı meşruta-i meşruayı bir
vasıta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i şer’iye, kur’ân’ın
ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musibeti def
eder diye düşünüp, öylece çalışmış.
evet, zaman gösterdi ki, hürriyetperver namını alan
bir devletin, o istikbalde gelen istibdadın bir numunesi
olarak, üç yüz müstebit memurlarıyla, üç yüz milyon
Hindistan’ı, üç yüz seneden beri, üç yüz adam gibi kolay
bağlayıp deprenmeyecek derecede istibdat altına alarak,
eşedd-i zulmü azamî bir derecede, yani birisinin hatasıyla
binler adamı tecziye etmek olan kanun-i müstebidâneye
inzibat ve adalet namını vermiş, dünyayı aldatmış, ateşe
vermiş.
Münazarat
namındaki eserde, bazı lâtife suretinde bazı
kayıtlar, haşiyecikler bulunur. o eski zaman telifinde za-
rifü’t-tab talebelerine bir mülâtefe nev’indendir. Çünkü,
onlar o dağlarda beraberinde idiler; onlara ders suretinde
beyan ediyormuş. Hem bu
Münazarat
risalesinin ruhu ve
esası hükmünde olan hatimesindeki Medresetüzzehra ha-
kikati ise, istikbalde çıkacak olan
Risale-i Nur
’a bir beşik,
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahkâm:
dinî hükümler, emirler.
asar:
eserler.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
def:
mani olma, kovma, ortadan
kaldırma.
dehşet:
büyük tehlike karşısında
korkma ve şaşırıp kalma.
eşedd-i zulüm:
zulmün en şid-
detlisi.
hakikat:
gerçek, esas.
haşiye:
dipnot.
hatime:
son söz, bir eserin sonuç
kısmı.
hücum:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hürriyet-i şer’iye:
şeriatın tarif
ettiği hürriyet.
hürriyetperver:
hürriyet sever.
inzibat:
düzeni sağlama, asayişi
yoluna koyma.
ismî:
isme mensup, isimle alâka-
lı.
istibdadat-ı acibe:
şaşırtıcı, garip
istibdatlar, daha önce örneği gö-
rülmemiş bir şekildeki baskılar.
istibdat:
idarede görülen her tür-
lü kanun dışı tazyik, baskı.
istikbal:
gelecek zaman.
kanun-ı müstebidâne:
baskı ve
zorlamaya, istibdada yakışır şe-
kildeki kanun.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonuncu-
su.
latife:
güzel ve hoş nükte, şaka.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapıl-
masını idarecilere teklif ettiği,
fen ilimleriyle din ilimlerinin
birlikte okutulmasını düşün-
düğü üniversite.
meşruta-i meşrua:
şeriata
uygun hareket eden meclis.
meşveret:
işlerin konuşup
anlaşma yoluyla halledilmesi,
bir konu hakkında çeşitli ve
ehil şahıslardan fikir alma.
musibet:
felaket, bela.
mülâtefe:
şaka yollu takıl-
mak, iltifatta bulunmak.
müstebit:
zulüm ve baskıda
bulunan, zorba.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nam:
ad.
nevi:
çeşit, tür.
nümune:
örnek.
resmî:
devlet adına olan.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabir:
yorum, yorumlama.
talebe:
öğrenci.
tecziye:
cezalandırma, ceza
verme.
telif:
eser yazma.
tevil:
yorumlama, yorum.
vasıta-i necat:
kurtulma va-
sıtası.
zaif:
zayıf.
zaif:
zayıf.
zarifü’t-tab:
ince, zarif yaratı-
lışlı, zarif tabiatlı.
| 94 | K
astamonu
L
âhiKası
1...,84,85,86,87,88,89,90,91,92,93 95,96,97,98,99,100,101,102,103,104,...478
Powered by FlippingBook