zatlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikatten ge-
len eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve
genişlemesine çalışmak ve şakirtlerini teşvik etmek ve bir
buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak
için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerek-
tir ve elzemdir.
Yoksa,
Risale-i Nur
’a karşı rakibâne başka
bir çığır açmakla, hem o zarar eder, hem bu müstakim
ve metin cadde-i kur’âniyeye bilmeyerek zarar verir;
zındıkaya bir nevi yardım olur.
Sakın, sakın dünya cereyanları, hususan siyaset cere-
yanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya
atmasın; karşınızda ittihat etmiş dalâlet fırkalarına karşı
perişan etmesin.
(1)
$G?p
a ¢o
†r
¨o
Ñr
dGn
h $G?p
a t
Öo
ër
dn
G
düstur-i
rahmanî yerine, elıyazübillâh,
(2)
p
ân
°SÉn
«°u
ù?p
d o
¢†r
¨o
Ñr
dGn
h p
ân
°SÉn
«°u
ùdG?p
a t
Ö o
ër
dn
G
düstur-i şeytanî
hükmedip melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-
hannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraf-
tarlıkla zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik ey-
lemesin.
evet, bu zamanda siyaset, kalpleri ifsat eder ve asabî
ruhları azap içinde bırakır. selâmet-i kalp ve istirahat-i
ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya
aklen, ya bedenen, gelen musibetten hissedardır, azap
çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet,
rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i
sübhaniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere
âb-ı hayat:
hayat suyu.
adavet:
düşmanlık, husumet.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
asabî:
sinirli, öfkeli.
azap:
ceza, eziyet, işkence, bü-
yük sıkıntı, şiddetli acı.
bedenen:
vücutça.
bilhassa:
özellikle.
cadde-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın gös-
terdiği, çizdiği yol. Kur’ân’ın bü-
yük, geniş ve sağlam caddesi, ehli
sünnet yolu, Kur’ân yolu.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
düstur-i Rahmanî:
Cenab-ı Al-
lah’ın Rahmanî olan kaide ve
düsturları.
düstur-i şeytanî:
şeytanî pren-
sipler, şeytanca kaideler.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahiretin farkında olmayan.
elhannâs:
şeytan.
eliyazübillâh:
Allah esirgesin, Al-
lah korusun.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fırka:
topluluk.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
hariç:
dışarı.
hikmet-i tamme-i sübhaniye
:
kusursuz ve noksansız olan. Al-
lah’ın her şeyin bir maksat ve ga-
yeyle yaratılmış olması.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmetme:
hakim olma, işleme.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ilim:
bilgi, marifet.
istirahat-ı ruh:
ruhun rahatlığı,
ruh huzuru.
ittihat:
birleşme, birlik oluştur-
ma.
kalben:
kalp ile, kalpten.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
metin:
sağlam ve dayanıklı; ko-
laylıkla sarsılmayan, teleaşa düş-
meyen ve korkuya kapılmayan.
muhabbet:
sevgi, sevme.
musibet:
felaket, bela.
müstakim:
doğru.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevi:
çeşit, tür.
rahmet-i umumiye-i ilâhîye
:
Cenab-ı Allah’ın umumî rah-
meti.
rakîbâne:
rakip olarak, birbi-
rine üstünlük sağlamaya çalı-
şırcasına.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
ruhen:
ruh ile.
selâmet-i kalp:
kalp selâme-
ti, kalbin korku ve endişeden
uzak olması.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerik:
ortak.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tefrika:
ayrılık, bölünme.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
1.
Allah için sevmek, Allah için düşmanlık beslemek. (Feyzü’l-Kadîr, 2: 828, hadis no: 1241.)
2.
Siyaset namına sevmek ve siyaset namına buğzetmek.
| 164 | K
astamonu
L
âhiKası