‡
82
·
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur’âni-
yedeKahramanArkadaşlarım!
Bundan evvel üç mektup, emaneti aldıktan sonra,
göndermiştim. Bu defaki Hafız Ali’nin mektubunda on-
lardan bahsetmemiş; merak ettim. nur Fabrikası sahibi
Hafız Ali’nin hastalığı beni müteessir etti, bizi duaya sevk
etti. Cenab-ı Hak kuvvet ve şifa ihsan eylesin, âmin.
Hafız Ali’nin mektubuyla
Risale-i Nur
’un ehemmiyetli
rükünlerinden olan Halil İbrahim’in sisteminde Ahmed
Feyzi’nin mektupları, şahsıma ait haddimden yüz derece
fazla hüsnüzanları bir tarafta kalsa –ondan kat-ı nazar– o
havalide
Risale-i Nur
’un şahs-ı manevîsine karşı Halil İb-
rahim’le Ahmed Feyzi’nin sarsılmaz, gayet kuvvetli irti-
batlarını gösterdiğinden, bizi cidden mesrur eyledi.
evet, onların o şiddetli alâkadarlıkları, o havalide
Risa-
le-i Nur
’u yerleştiriyor, idame ettiriyor. o ikisinin mek-
tupları, suret-i zahiriyede benim şahsıma atf-ı ehemmi-
yet etmeleri gerçi muvafık değil, mübalâğadır; fakat, o
yanlış suretin altındaki hakikat, risale-i nur Şakirtlerinin
samimî tesanütlerinden süzülen bir şahs-ı maneviye,
Risale-i Nur
’un kur’ân’dan gelen hakikatine karşı tam
K
astamonu
L
âhiKası
| 171 |
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
irtibat:
bağ, münasebet.
kat-ı nazar:
bakışı kesme, bak-
mama, alâkayı kesme.
mesrur:
sevinçli, memnun.
muvafık:
uygun, münasip.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rükn:
bir topluluğun en önemli
ve kuvvetli fertlerinden her biri.
samimî:
içten, candan, gönülden.
sevk:
yöneltme.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
suret-i zahiriye:
dış görünüş.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şahs-ı maneviye:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
atf-ı ehemmiyet:
bir şeye
ehemmiyet, önem verme; bir
şeyin mühim olduğunu be-
yan ve iddia etme.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
evvel:
önce.
gayet:
son derece.
gerçi:
her ne kadar...
hakikat:
gerçek, bir şeyin as-
lı, esası.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an
hizmeti.
hüsn-i zan:
iyi fikirde bulu-
nup, iyi olacağını düşünmek.
idame:
devamlı ve daimî kıl-
ma.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.